Gün olmuş, birçoğumuz bir yerleri özlemişizdir zaman zaman. Karşımıza aniden çıkıveren bir manzara, gördüğümüz bir belgesel karesi, bir fotoğraf ya da bir film, içimizde adını tam olarak koyamadığımız hoş duygular ve özlemler uyandırmıştır. Tanımla deseler hayallediğimiz o yeri tanımlayamayız belki de.

Nerededir, nasıldır, nicedir, hoş mudur, gönül açıcı mıdır? Nasıl gidilir, gidilirse orada neler yapılır, nasıl yaşanır, nasıl aşık olunur? Bu sorulara belki de net cevabımız olmayabilir ama öyle bir yer hep vardır içimizde. Hep de içimizde olmuştur aslında uzun zamandır. 

Yaşadığımız yerin hay huyundan, stresinden, karmaşasından kaçmak, hayalimizdeki o yere ulaşmak, bir parça huzur devşirmek, tertemiz havayı içimize doyasıya çekmek hep özlemimiz olmuştur. Belki de “Bırak hayal kurmayı, işine bak. Yarın haftanın ilk iş günü. Yığınla iş seni bekliyor.” derler diye kimselere açamayız bu hissettiklerimizi ve hep içimizden çekeriz bu tür özlemlerimizi. Yine de ilk fırsat bulduğumuzda, ya da bunaldığımızda içimizdeki özlem vücut bulur ve dilde ses, dudaklarda söz olup dökülüverir.

Bir yer olsa… Ağaçlar arasında kaybolmuş… Etrafta birkaç paçalı tavuk… Kazlar, ördekler ve iki tane de midilli… Ne güzel olur!

Küçücük bir de bahçem olmalı ve ben o küçücük bahçemden koparmalıyım iki tel yeşil soğanımı. Olgunlaşmaya yüz tutmuş domatesi elime alıp, güneşe doğru tutmalıyım. Ve sonra yeşil bir nane yaprağında tüm kokuları içime çekmeliyim.

Karıncaların şaşmaz bir düzen içindeki gidiş gelişlerine hayranlıkla bakmalı, şaşırmalı ve düşünmeliyim. Kuru toprak üzerinde yatmalıyım gecelerce… Sabah güneşini, içimdeki doyumsuz aşkla karşılamalı ve özlemlerimle harmanlamalıyım.

Bir yer olsa…! Ben de, o hep içimde olan yerde olsam ve bütünleşsem içimdeki söz geçiremediğim özlemlerimle. Saatlerin ve takvimlerin olmadığı, haberlerde sadece güzelliklerin sunulduğu, kimsenin üzülmediği, incinmediği, mutsuz olmadığı bir yer. Bu yer, şairin “Olursa tek şikayet, ölümden olmalı.” deyişine uygun olmalı.

Ve ben, bitmez tükenmez yolculuğumu bu yerde sonlandırmalıyım. Yüzümü gözümü sürmeliyim toprağın beni çağıran kokusuna. Ve sonunda, topraktan bir parça olmak için karışmalıyım o çağıran topraklara, içimdeki sonsuz huzurla birlikte.

Uzaklardan, dünyanın çok uzak ve zamanda kaybolmuş bu yerinden bir sevda şarkısının ezgileri duyulmalı tam da o sıra. Şarkı benzersiz sevdalardan söz etmeli. İnsan dinlerken sevda şarkısını içindeki bitmez sevdayı dışa vurmalı. Bütünleşmeli sonra şarkılarda söz edilen sevdalarla dışa vurulan sevdamız.

Bir ay yükselmeli oradan akşamın saran yumuşaklığında. Nurlar yağdırmalı ay sevenlerin üstüne, güzellikler yağdırmalı. İçindeki sevdasını beslemeli insanın. İnsanın sevdası büyümeli ve ay kadar, dünya kadar, evren kadar olmalı, her yeri sarmalı.

Bütün bunlar birer rüya ise eğer, insan rüyalardan gülümseyerek, mutlu uyanmalı. Uyansa da insan rüyalardan, hala sürmeli o güzelim rüya.

Böyle dostlar… Bu gün ne bir günaydın ne bir merhaba diyemedim sizlere. Kimi zaman bir konu çıkar gelir bir yerlerden ve öyle bir yapışır ki yakama, dur demenin mümkünü yok. 

İşte bu gün de öyle bir gün oldu.

Hoşça kalın dostlar. Yine görüşelim. Hep bir arada olalım. Bizim bu dünyada dostlardan başka kimimiz, dostluklardan başka nemiz var ki?