Var olmak ile yok olmak arasındaki incecik çizginin üzerinde geçiyor bütün hayatımız. Masallarda bile yüzlerce kez duyduk bu cümleyi. 'Bir varmış, bir yokmuş.' Duyduk ama durup hiç düşünmedik ne anlama geldiğini. Bir şey şimdi varsa, bir gün sonra olmayabiliyor. Her şey birdenbire oluveriyor ve kendimizi her şeye hakim zannetme yanılgısına düşüyoruz durmadan. Oysa her şey kendiliğinden oluyor. Hayatımızı kendimiz yönettiğimizi sanıyoruz. Aslında hayatlarımız üzerinde minicik söz haklarımız var. Hayat kendi kendini yönlendiriyor. Freni patlamış bir kamyonun yokuş aşağı inmesine benzetiyorum bazen hayatı. Bir de şoför var direksiyonda. O şoför bizleriz. Ne kadar hakim olabiliyoruz kendi hayatlarımıza? Patlak frenle yokuş aşağı inip duruyoruz. En az hasarla kurtulabilmek için çarpacağımız yeri seçmeye çalışıyoruz sadece ve seçim yaptığımızı sanıyoruz. İçindeyiz işte kamyonun. Hadi hiç çarpmasak ya? İmkansız. 'Bir şekilde çarpacaksın diyor hayat. Ama nereye çarpacağına sen karar ver.' Bize küçük küçük tercih şansları sunuyor, biz de tercih yapıyoruz. Sonra da kendi seçtiğimiz yoldan gittiğimizi sanıyoruz. Ama kocaman bi yalanın içinde olduğumuzu bir türlü anlayamıyoruz. Yaptığımız tercihlerin aslında birer tercih olmadığını, hayatın bize dayattığı seçenekler arasında kendimize en uygun olanı seçmek zorunda kaldığımızı göremiyoruz. Kararlar veriyoruz, uyguluyoruz. En doğru kararı verdiğimizi sandığımız anda bir şey oluveriyor ve hata yaptığımızı düşünmeye başlıyoruz. Sonra seçmediğimiz seçenek için üzülmeye başlıyoruz. Aslında tam tersini seçmiş olsak da yine seçemediğimizi düşünmeye başlayıp üzülecektik. Ve neyi seçersek, seçemediğimiz için üzülüp duruyoruz. Sürekli zor kararlar vermek zorunda kaldığımızı sanıyoruz. Ama sadece sanıyoruz. Aslında karar vermiyoruz. O anki şartlar, durumlar, duygular ve olaylar bizi bir yere doğru sürüklüyor. Hayatın tarzı bu. Ne istediğimizi sorarmış gibi davranıyor, fakat dediğimizi yapmıyor. Kaderciliği anlatır gibi yazdığımı fark ettim şimdi, ama bahsetmek istediğim şey kader değil. Hayatın başına buyrukluğu. Hayatın özgür bir ruhu var ve kimseyi dinlemiyor. Aklına eseni yapıyor ve zamanı gelmiş bir eylemin önünde kimsenin durmasına izin vermiyor. Hayatı bu kadar sevilir yapan da tam olarak bu özgür ruh bence. Hayatı tam olarak yakalayamıyoruz ve onu gizemli kılan şey de bu esrarengizlik. İnsan. Bırak freni patlamış o kamyondan en güzel şekilde kurtulmaya çalışma çabasını. Nasılsa kurtuluşun yok. Mutlaka çarpacaksın. Seçme şansın olsaydı o kamyona binmemeyi seçerdin zaten. Ama seçme şansın yoksa, daha çok gaza bas. Sonu kötü belki ama en azından sonunu kendin seçmiş olursun. Ben ne zaman kendimi freni patlak bir kamyonun içinde hissetsem daha çok gaza basarım. Çünkü böylesi işkenceyi kısaltıyor ve daha özgür hissettiriyor.