Bu yazıda geçen kurumlar ve kişiler tamamen GERÇEKTİR! Hiçbir abartma ve ekleme yoktur. Olayın yaşandığı sırada birçok insanın vicdanının zarar gördüğü anlaşılmıştır. Hatta bir İNSAN’ın ölümüne dahi sebebiyet verilmiş olabilir. (Bu yazıyı önceki akşam yazmıştım ve dün ne yazık ki Ahmet amcanın dayanamadığını öğrendim. Allah rahmet eylesin!)

Bu yüzden; bu yazıyı okurken vicdan yoklaması yapmanız,  duygularınızın yoğunlaşması, kendinizi kötü hissetmeniz gayet normal ve hatta gereklidir. (Aksini düşünmek içimi daha çok acıtacaktır.)

Ben bir öğretmenim. Henüz yaşım 25 olmasına rağmen, 3 yıldır eğitimlerine ve kişiliklerine katkı sağlamaya çalıştığım öğrencilerime, “önce insan” olabilmeyi anlatmaya çalışıyorum. Ve biliyorum; kalkıştığım iş boyumdan büyük…

Önceki gün akşam saatlerinde, her zaman olduğu gibi, şehir dışında çalışmakta olduğum işimden eve dönüyordum. Eski köy garajından çıkıp yukarı doğru yürümeye başladım.  Atatürk Parkı’nın önünden geçerken, o sırada telefonla konuşmama rağmen, bir inilti duydum. (Kulağımdaki telefona, caddeden geçen araç ve insan seslerine rağmen duydum o sesi, çünkü duyulabilecek kadar YÜKSEKTİ!)

Keşan İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün hemen karşısındaki durağın biraz üzerinde bulunan boş alandaki bankların oradan geliyordu ses. Telefonumu kapatıp sese doğru yöneldim. 60 yaş civarında bir amca yerde yatıyordu. Belli ki az önce oturmakta olduğu banktan düşmüştü oraya; bank devrilmişti amcayla beraber. Amca önce istifra etmiş, ardından, içinde bulunduğu sıkıntı (belki alkol, belki bir hastalık) yüzünden altına yapmıştı. Düştüğü yere yayılmıştı amca. O pisliğin içinde yerde titriyor, inliyordu. Ağzından köpükler geliyordu.

Koku ve görüntü sanırım canlandı zihninizde. İğrendiniz mi? Çünkü birçok kişi iğrendi; polisinden gazetecisine, yaşlısından gencine, kadınından erkeğine… Çoğu “ıyyy” diyerek uzaklaştı oradan. Belki de bu yüzden, ben bulduğumda kimse yoktu amcanın yanında. Eğer bu durum sizi iğrendirdiyse bir de sonrasını dinleyin...

Hemen karşıya geçtim, emniyetin önündeki polislere haber verdim. Durumu anlattım ve yetmedi, tam karşılarındaki parkta olmasına rağmen görmedikleri o amcayı bir de gösterdim onlara. Önce sivil bir polis dinledi derdimi, sonra bir başkasına aktardı söylediklerimi. Bu sırada muhtemelen daha önemli bir haber için orada beklemekte olan gazeteci arkadaşları gördüm. Onlara da anlattım. Bu sayede birkaç kişinin dikkatini çekip karşıya geçtik çok şükür! Onlar amcaya bakarken, bende 112’yi aradım. HIZIR ACİL ki; çok da acele edemediler galiba! Durumu onlara da anlattım. Tabii bu arada 112’yi arayınca operatör şarkılar dinletiyor size, sonra sizi birilerine bağlayacağını söylüyor ve bağlanıyorsunuz. Hayati önemi olan birkaç dakika daha gitti işte! O esnada benimle beraber birkaç kişinin daha aradığını fark ettim. Polisler telsizle anons geçtiler. Ama biz hala beklemekteydik. Sonra bir ara, emniyetin önünde hareketlenme oldu. Bir minibüs dolusu insan getirildi. Belki kaçak, belki fuhuş… Ama her neyse bizim amcadan çok haber değeri taşımaktaydı ve polislerle gazeteciler hooop karşıya geçiverdiler. Ben, amca ve etrafa toplanmaya başlayan meraklı kalabalık, kaldık öylece. O anda tanımadığım, 40 yaşlarında, tozpembe gömlekli bir bey yaklaştı amcaya doğru. Oturdu yanına, başını düzeltemeye çalıştı, konuştu onunla... Amca inlemeye devam ediyordu ve sanki kalkmaya çalışıyordu. Sakinleştirdik amcayı, yatması gerektiğini söyledik ve iletişim kurmaya çalıştık.

Emniyetin önündeki olay yatışınca polisler ve gazeteciler geri döndü. Sorular sorulmaya ve fotoğraflar çekilmeye başlandı. Bizim kurtarıcımız tozpembe gömlekli bey “Kardeş şuraları gazeteyle kapatalım öyle fotoğraf çekin, yazıktır amcaya.” dedi. Hemen bir genç koştu büfeden gazete getirdi, kapattık. Ama fotoğraflar çoktan çekilmişti. Hatta video kaydı da alındı. Daha önemli haberlere kurban gider de arşive mi kaldırırlar, üzerine yeni görüntüler mi kaydederler bilemem…

Bu bekleyiş bir 15 dakika daha sürdü. Gözümüz ve kulağımız yolda; ambulans ha geldi ha gelecek.  Bu sırada; amcanın soluğunun yavaşladığını, titremesinin durduğunu ve başının öne doğru düştüğünü fark ettik. O da ha gitti ha gidecek… Ben öfkeden çıldırmak üzereyim; ne polisler ekip arabasına koyup götürüyor, ne bir taksici, ne de bir vatandaş arabasını durdurup kapısını açıyor.

Polislerden birine, ceplerine bakmasını hastaysa ilacı olabileceğini ya da en azından kimliğini bulabileceğimizi söyledim. Bulduk da; Ahmet’miş adı. Yapıldaklı Ahmet Amca… Evi yokmuş oradakilerin söylediğine göre, hep parklarda yatarmış, şarap içermiş. “Sarhoşmuş yani. Bunun için mi bu kadar velvele” diyenler olduğunu duyar gibiyim. Oradaki insanlar da verdiler aynı tepkiyi. Pardon ama siz hiç oturup içmediniz mi? Biz Trakyalılar çok içeriz diye övünmez miyiz hep! Ne farkı var Ahmet Amca’nın bizden. Durum böyle diye ölmesine göz mü yumalım...

Neyse… Ambulansın gelmesini bekliyoruz hep birlikte. Belki ben bulmadan önce de bir 15 dakika kıvrandı Ahmet Amca orada öylece.  Kimse görmedi onu ya da belki gördü ama yanına yanaşmak istemedi. Nereden baksanız yarım saat bekledi belki de… Neden mi? Çünkü özel hastanenin ambulansı arızalıymış. Devlet hastanesininki de Mecidiye tarafına kazaya gitmiş. Ne yani koca Keşan’da topu topu 2 ambulansımız mı var bizim?  Belediye Başkanı’nın doktor olduğu yani sağlığa en yakın adamlardan biri olduğu, 60 bin civarı nüfusu olan koca Keşan’da 2 ambulans!...

Nihayet geldi ambulans, belki daha da bekleyebilirdik ama geldi. Doktor Ahmet amca üzerinde ilk tetkiklerini yaptıktan sonra nabzının yavaş olduğunu söyledi ve hemşireye “yolda müdahale edelim” dedi. Şükür, onlar “ ıyyy” demediler manzarayı görünce! Bindirdiler ve götürdüler Ahmet Amca’yı. Yazıyı kaleme alırken bir Internet sitesinin bölge haberlerinin arasında gördüm Ahmet amcanın fotoğrafını ve birkaç satır haberini. Meğer sara nöbeti geçirmiş 63 yaşındaki Ahmet Gürler. Yolda ex olmuş. Görevlilerin müdahalesiyle geri döndürülmüş. Bir süre yoğun bakımda kaldıktan sonra hayatını kaybetmiş..

Sonuç olarak; gördüğüm her şey düşündürdü beni, siz de düşünün istedim.

Düşünün biraz… Ahmet amcayı parkta o halde görenlerin, ya da anlatılanlardan zihninde canlandıranların duyumsadığı midesini bulandıran kötü koku; gerçekten o manzara sebebiyle mi, yoksa; hırpalanan ruhumuzun ve olmayan vicdanımızın, içimizde çürümeye yüz tutmuş insanlığımızın kokusu mu?...

Her ne olursa olsun; orada yatan bir baba, bir evlat, bir kardeş ya da eş ama en önemlisi bir İNSAN’dı. İsmimizin önüne konulan sıfatlar mı belirleyecek yaşam hakkımızı? Sarhoşsan öl, ambulans arızalıysa öl, iğrenç bir haldeysen öl, senden daha önemli bir haber varsa öl !...

İyi de biz ne zaman öldük?