Geçtiğimiz Pazar günü Devlet Hastanesi’nin arkasına doğru bir yürüyüş yaptım… İyi ki yapmışım.

Keşanımız’ın farklı  köşelerinde olduğu gibi  buralarda da gerçekleştirilen olumlu değişmeleri görmemiş  olacaktım..

     Çocukluğumda buralarla ilgili anıları olan bir Keşanlı olarak hem şaşırdım, hem de mutlu oldum… Emeği geçenleri elbette kutluyorum.

     İnanamayacaksınız ama;  Toki, Belkop, Atakent,  Zirve ve Cumhuriyet Mahallesi’nin diğer yerlerindeki evlerde oturanlar için doğal olan bu değişiklikler, yaşamını benim gibi hastane-dershane ve öğretmenevi üçgeni arasında geçiren biri için oldukça şaşırtıcıydı...

     Çocukluğumda bize çok uzak ve yüksek gelen, Erciyes ya da Beydağlı’na çıkar gibi çıktığımız Yumurta Tepe ve Sivri Tepe Etekleri evlerle dolmuştu… Burada  tek katlı evler , siteler , bir cami ve bir okul olduğunu görünce gerçekten şaşırdım.. Önümüzdeki yıllarda bu tepelerin , ayaklar altında ezilip eriyeceğini, İstanbul  karayolu  ile birleşeceğini  görür gibi oldum..

    Hastane arkasındaki yoldan Cumhuriyet Mahallesi’ne çıkarken,  buralarda bırakılan yeşil alanlara, yapılan ve yapılmakta olan parklara, geniş yollara hayran kaldım…

    “Abbas  Dede” nin, Keşan’ı kuşbakışı  seyrettiğimiz  dinlendirici ve huzur verici  “yeri”nde  eşimle birlikte  tostumuzu yeyip, çayımızı yudumlarken  yeşil  sahada maç yapan gençleri de seyrettim..

      Bırakılan geniş yolları, eğitimle ilgili oluşumları; örneğin;  mütavize ama şık görünümlü  Eğitim ve Kültür Hizmetleri Yardım Derneği  Binası’nın yanından geçerek gittiğimiz Toki Fatih Sultan Mehmet  İlkokulu  Binası’nın mimarisini çok beğendim.. Mimarını kutlarım…

     Fakülte Binası’na uzaktan baktım..

      Feride ve Mehmet  Çuhacı  Meslek-Teknik  Okulu’nu,   Özel  Nevzat Kahraman İlkokulu’nu, Özel Gazi  Eğitim Okulu’nu,  Hancı  Gross Market’i,  ilginç mimari yapılı  camiyi, Tuğçe Market’i,  Moon Cafe’yi , yeni yapılmakta olan  Eureo Park AVM binasını , DR.Rıfat Osman Meslek ve Teknik Anadolu Lisesi ‘ni ve adları aklımda kalmayan diğer çay bahçelerini de görünce,  bu alanda yepyeni bir Keşan’ın inşa edilmiş olduğuna tanık oldum. . Otuz  yıl gibi kısa bir zaman diliminde, yepyeni bir Keşan ...  Buraların geçmişini bilen biri olarak, şaşırmamak mümkün değildi..

      Zirve Konutları’nın yakınındaki  Adliye Binası bitmiş görünüyordu...Ama Keşan Çöplüğü henüz buradaydı...Kısa zamanda buradan kaldırılacağı belliydi…Yoksa ,yer yer şantiye görüntüleri  olsa da Yeni Keşan böyle olamazdı ..

      Çocukluğum geldi aklıma bir an… Buralarda, bizim ve bazı tanıdıklarımın üzüm bağları  vardı.. Bağımızdan  elde ettiğimiz üzümlerle pekmez  ve hardaliye yapardı babam…Kocaman beyaz  Şamka  Kabaklarını da  İhsan Ağabeyi’mle  birlikte, şimdiki Engelliler Parkı’nda kurulan cumartesi  pazarına getirip satardık…. Bağ içinde  badem , vişne türünden ağaçlarımız  da bulunurdu…Babamdan kalan son badem ağacı da  geçen sene yıkıldı..yerine bina yapıldı..

      İki buçuk dönümlük üzüm bağımızın bir bölümünde, şimdi oturduğum Arıüçler Apartmanı bulunuyor.  Diğer bağ yerlerinde de başka siteler ve bağımsız  evler  inşa edildi..

      1961 senesi  idi…. Onbir yaşlarında iidim.. mevsim bahar,  günlerden pazardı….çağlaların olgunlaştığı  aylardan biriydi....Birkaç arkadaşla  buralara gelmiştik...Uzaktan  çoban köpeklerinin  havlama sesleri  ve korucu düdüklerinin sesi geliyordu..

     Badem ağaçları arasından  otlara, böğürtlenlere, dikenlere, taşlara,  kır çiçeklerine  basa basa ilerledik…Buğday başakları henüz  olgunlaşmamıştılar….. 0tlar arasından, yer yer kuşlar fırlayıp uçuşuyor,  kablumbağalar  hışırtılı seslerle ilerliyordu...Yaz mevsiminde buralarda her çeşit  yılana, kertenkeleye de  raslanıyordu..

     Sivri Tepe’ye ve Yumurta Tepe’ye çıktık… Tepenin eteğinden ince bir dere akıyor, uzaktan iri çoban köpeklerinin havlama sesleri geliyordu… Hatta bir kısmını görüyorduk...

     O zamanlar, Devler Hastanesi’ne kadar olan  binlerce dönümlük  bu arazii üzerinde   bir tek ev yoktu…. İn-cin top  oynuyordu!...

     Kuzu  Kulağı bitkisini ilk o zaman  gördüm…. Hafif ekşimsi bir bitkiydi.. “Yeniyor” dediler, yedim.. Sonra, küpe çiçeklerinden toplayıp, kulaklarımıza taktık…

    Birden,  “Korucu geliyooor!” diye haykırdı içimizden biri…herkes bir anda  dağılıp koşmaya başladı..

     Ben de koşmaya başladım…Çevremde kimse yoktu…0tları, ısırganları,  deve dikenlerini,, ebe gümeci  bitkilerini,  hendekleri , taşları, milyonlarca yıl yaşındaki  kayaları atlayarak  koşuyordum. ”Çolak Korucu yakalarsa ağaca bağlar, kırbacıyla döver! … İnsanı atıyla kovalar” demişlerdi…   yakalanmamalıydım!

     Devlet Hastanesi arkasından,  Haşim Amca’nın fırınının yanındaki daracık sokaktan  ve  Hasan Bozkurt Amca’nın Bakkal Dükkanı’nın yanından geçerek, Kayalı Mahallesi’ndeki  Kahveler Önü  Çeşmesi’ne kadar koştum….. Oradan da  Eski Mektep  Sokak’taki  8 numaralı  evimize..

     Bir daha mı, tevbe ettim!…

     Bundan sonra, babamla birlikte  buralarda gördüğüm kuzu otlatan çobanları, Bağlar Çeşmesi diye andığımız eski  çeşmeleri,  çakmak taşlı dövenlerle harman döven öküzleri ve başları mendille sarılı amcaları göremeyeceğimi biliyorum…Ekim yapılan toprakların yerleşime açılması iyi mi kötü mü oldu,  bilemiyorum...Ama, Atatürk’ün: “Medeniyet öyle bir  ışıktır ki,  ona bigane kalanları yok eder!” dediğini biliyorum..

      Bu nedenle  Keşan, doğru yolda ilerliyor gibi geliyor bana …. Keşan’ın yeni güzelliklerinin tadını çıkarmak için dünyaya yeniden mi  gelsek?  Diyorum!...Sevgiyle kalın…

      14.nisan.2015…