Genel seçime daha zaman var, ancak CHP'de ön seçim heyecanı iyiden iyiye su yüzüne çıktı. Aday adayları kendi çaplarında rutin çalışmalarını sürdürüyor. Kiminin desteği kuvvetli (!) kimisi de sağduyulu, dürüst ve ideolojisi olan CHP seçmenine güveniyor.     

Ayrıca görünen o ki; kendisine, 'biz örgütüz' diyen kesimin, açıktan desteklediği isimlere parti tabanında bir sempati yok. Nedeni çok açık. Türk halkı mağdurun yanındadır... Kendilerini çok akıllı sananlar yanılabilir, çünkü bu asimetrik rekabetin kime yazacağı pek belli olmaz. 
Sen göz göre göre, 'ben tarafım' diyecek, bunu resmen deklare edecek, üstelik son derece kişisel gerekçelerle, bunda da kendine 'hak' göreceksin. Sen böyle yaparsan bu partide hiç bir sorun düzelmez. Tam tersi, sen, sorunun gün geçtikçe büyüyen bir parçası olmaya devam edersin.
Yaklaşık bir ay önceydi...  Ankara'da yaşayan Edirne kökenli, ama bu kentteki örgütü hiç tanımayan bir kadın partilimiz ziyaretime geldi. İlçeleri dolaşıp, 'aday adayı olursam destek alabilir miyim?' diye nabız yoklamış. Ben kendisine fikrimi söyledim. Zaten morali de bozuktu. “Biliyordum ama, örgütün bu kadar da kötü olacağını hiç düşünmemiştim” dedi. Kadıncağızın başına gelmeyen kalmamış...
“İl'e gittiğimde, bir yönetici bana, “Niye kalkıp Ankara'dan geldiniz, bizim adayımız belli' dedi. Birkaç gün sonra bir şey sormak için tekrar gittiğimde de, 'Aaa siz hala burada mısınız, niye Ankara'ya dönmüyorsunuz?' diyerek moralimi bozdu... Uzunköprü'ye gittiğimde masada oturan yönetici, bırakın ayağa kalkmayı, oturduğu yerden bir 'hoş geldiniz' bile demedi. Kısacası gittiğim çoğu yerde bir dostluk, bir samimiyet göremedim, hatta ben yokmuşum gibi davrandılar...”
... Sadece bu sözler bile örgütün durumunu anlamaya, anlatmaya yetiyor. Uzun lafa gerek yok. Bir yabancı(!) gözüyle nasıl göründüğümüz ortada. Biz bütün bu olan biteni kanıksamış, hatta bir anlamda normalleştirmiş olsak da, ortada dönen fırıldakların hiç birisi normal değil. Ne ahlak, ne vicdan, ne parti kültürü, ne tüzük, ne de etik değerlerle örtüşüyor.
Kendisine 'CHP'li diyen, 'sol' diyen birileri nasıl oluyor da sol kültürden bu kadar uzakta, dünyanın kendi eksenleri etrafında döndüğünü sanabiliyor. Birilerinin milletvekili ya da belediye başkanı seçilmesinde, kendisine hiç de hak etmediği desteği verenlere bir vefa borcu olabilir. Ama bu borcu, onun adına niye CHP ödesin ki? Eğer ortada böyle bir borç varsa, bu aynı zamanda ortada bir hak etmemişlik veya bir çıkar ilişkisi olduğunu da göstermez mi?... CHP'nin en muzdarip olduğu siyasi hastalık da bu zaten... Partinin gerçek potansiyelinin en rahatsız olduğu ve sorunu tedavi için büyük çaba harcadığı hastalık...
Ancak şu anda gücü elinde bulundurup sürekli, 'ben' diyenlerin böyle bir derdi hiç yok... 
Bu hastalıklı, yangınlı ortamdan istedikleri isimleri çıkarabilirseler bu onlar için en büyük başarı olacak. Bunun için de kurdukları düzen tıkır tıkır işliyor. Bu düzeni bozsa bozsa CHP'nin sağduyulu, ideolojisi ve duruşu olan üyeleri ön seçim sandığında bozabilir. 
Yoksa, kişisel menfaat ve vefa borçları daha yıllarca böyle partiye ödetilir, üstelik bu borçlar öde öde bitmez ve hatta silsile halinde devam eder.. Ahmet Mehmet'e borçlanır, seçimde ödeşirler. Mehmet Ali'ye borçlanır, o da borcunu başka bir seçimde öder... 
Parti zaten yıllardır kifayetsiz muhterislerin birbirine olan kişisel borçlarının faturasını her gün daha fazla artan küskünlerin sayısıyla ödeyip duruyor. Gerçek, nitelikli CHP'liler kenara çekildikçe ortalıkta yeni 'Esperanto' (*) CHP'liler çoğalıyor. Artan üye sayısı maalesef, parti eğitimi almış, sol kültürden gelen, olayları takip edip, okuyabilen, yorum yapabilen niteliklerde olamıyor. Büyük kısmı dolgu malzemesi yapılmak üzere özellikle seçiliyor. 
Sonuçta insana değer veren, birikimli, donanımlı, sol kültürü ve fikriyatı özümsemiş ve yaşamına geçirmiş, partinin daha demokrat, daha saydam ve ahlak temelinde gelişmesine çalışan, bunun için maddi manevi çaba harcayan partililer küstürülmüş ve uzaklaştırılmış... Bu yazılanları çek etmek hiç de zor değil. Partide yıllardır görevlere gelenlerle, göreve talip olup da kaybedenlere bir bakmak yeterli. 
Kısaca CHP'de neyin nasıl olması gerektiğini anlamak çok kolay. Kazananlara değil, kaybedenlere bakmak yeterli... Maalesef çoğunlukla kazanması gerekenler hep kaybetmiş. Nedeni de silsile halinde bir türlü bitip tükenmeyen ve sürekli partinin ödediği bu kişisel menfaat ve vefa borçları...
Umarım; Türkiye'nin bu kritik seçiminde CHP, mevcutlar arasından Edirne ve Edirneli'yi, Ankara'da temsil etmek üzere en nitelikli adaylara vekalet verir. Sırtına 'vefa borcu çuvalı'nı yüklenenler, ancak borçlandıklarına hizmet eder, asılları temsil etmekte yetersiz kalabilir...
... Tarihi Kentler Birliği tarafından Kasım ayında Edirne'de düzenlenen toplantıda Prof. Dr. Metin Sözen çok önemli bir noktanın altını çizmişti... Sözen, toplantının kapanış konuşmasında Edirne'ye ilişkin adeta bir uygarlık reçetesi verdi. Bu reçetenin ilk maddesinde yer alan ifadesini, aynen milletvekilliği genel seçimi için de söyleyebiliriz. 
Ne demişti Metin Sözen :
“Edirne gibi bir kente, üçüncü sınıf adamlara yer vermeyerek, bir başkente ancak boyutlu insanlarla tasarım yapılacağını bilerek bakmak zorundayız..!”  
Bence işin özü bu. İster mimaride, ister siyasette...
Edirne boyutsuz ve üçüncü sınıf adamları hak etmiyor…
---
(*) Esperanto : Yapay dil : (1887 yılında Leh Göz Doktoru Ludwıg Zamenhof tarafından bulunan ve günümüzde en çok konuşulan yapay dil)