DHA

Tekirdağ'da 5 Haziran Çevre Günü'nde Trakya Belediyeler Birliği, Trakya Platformu, Trakya Kent Konseyi, Demokratik Kitle Örgütleri, TMMOB Trakya Odaları, Tekirdağ Barosu ve Halk Sağlığı Uzmanları Derneği'nin (HASUDER) katkılarıyla düzenlenen ve yaklaşık 400 kişinin katıldığı Trakya'da Çevre Sağlığı Sempozyumu'nun sonuç bildirgesi açıklandı. Bildirgede; Trakya'da var olan ekosistemler için çarpık kentleşme, kontrolsüz sanayileşme, her geçen gün artan taş, maden ocakları ve kaya gazı işletmeleri, kurulması planlanan termik santraller, rüzgar enerji santralleri ve nükleer santral, bilinçsizce kullanılan tarım ilaçları, kirlenen yer altı ve yüzeysel su kaynakları ve var olan kısıtlı Trakya suyunun İstanbul'a taşınması projelerinin genel olarak iklim için özel olarak da ekosistem, biyoçeşitlilik ve bölge için büyük tehdit oluşturduğu belirtildi. Bildirgede; 2001-2016 yılları arasında Trakya'da 25 bin hektar orman alanının yok olduğu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine göre de bölgenin havası ve yüzeysel su kaynaklarının giderek kirlendiği ve yer altı sularının azaldığı kaydedildi.
Trakya bölgesinin Türkiye'nin biyolojik olarak en zengin bölgelerinden biri olduğu ifade edilen bildirgede, şöyle denildi:
"Bölge, Türkiye faunasının yüzde 40'ı, florasının yüzde 20'sini barındırmaktadır. Son Buzul Çağı'nda Avrupa'dan kaçan tüm canlılar (insan, bitki ve hayvanlar) için Anadolu'ya geçişte Trakya, bir göç yolu olmuştur ve hâlâ pek çok canlı için göç yolu olmaya devam etmektedir. Trakya'nın en büyük sorunlarından biri olan tarım ilaçlarının denetimsiz ve yoğun kullanımı, biyoçeşitliliği yok etmektedir. Bölgedeki biyoçeşitliliği korumanın en önemli yolu, konuya farkındalık geliştirmek, kamuoyu oluşturmak ve korumak için birlikte mücadele etmektir. Akademi, vatandaş, yetkililer ve kurumlar ile bilimi bir araya getirmeli, uygun takip ve denetim sistemi geliştirilmeli, mevzuat ekosistemi koruyacak şekilde olumlulaştırılmalıdır."

'SU KİRLİLİĞİ EN ÖNEMLİ SORUN'
Trakya'da çevre kirliliğine dikkat çekilen bildirgede; doğaya yapılan her müdahalenin bir karşılığının bulunduğu, bu karşılığın toplumsal düzeyde, bazen ölümcül de olabildiği, çevre felaketlerinin bunu her gün apaçık hissettirdiği belirtildi. Bildirgede şunlar kaydedildi:
"Yazın yağan dolular, seller, orman yangınları, mevsimlerin değişmesi, iklim değişikliğinin istenmeyen sonuçlarından bir bölümüdür. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın raporları ve açık erişimli verileri incelendiğinde Trakya'da hava, su, toprak kirliliği çok belirgindir. Bölgemizde su kirliliği en önemli sorundur. Neredeyse tüm hava kalitesi izleme istasyonlarının verilerine göre Trakya zehir solumaktadır. Tekirdağ ve Edirne'de su kirliliği birinci sırada yer alırken, çok sayıda yeni kömürlü termik santraller açılmaya çalışılan Çanakkale'de bu haliyle bile hava kirliliği sorunu birinci sırada yer almaktadır. Çevre kirliliği, hava su ve toprak kirliliğine yol açıyor. Kirli alanlardaki hava sağlığımızı doğrudan tehdit ederken, kirli sularla sulanan, kirli toprakta yetişen gıdaları tüketiyoruz, hatta bu kirlilik içinde yaşayan/beslenen canlıları tüketiyoruz. Yani bu zehirli maddeleri sadece solumakla kalmıyor, yiyoruz, içiyoruz ya da cildimizle temas ediyoruz. Bu kirliliklerin diğer canlılar, insan ve doğa üzerindeki etkisini göstermek için on binlerce bilimsel çalışma yapılmıştır. Bunların binlercesi de bölgemize aittir."
Trakya başta olmak üzere çevre tahribatını önlemek için yapılacak çalışmaların anlatıldığı bildirgede şu önerilerde bulunuldu:
"Zeytinlikler, meyvelikler, bağlar gibi ile doğal orman ve meraların statüsünün korunması, değiştirilmemesi, enerji yatımlarına kapanması, tarımsal sit alanı ilan edilmesi konusunda ilgili bakanlıklarla girişimlerde bulunulması, var olan fiili durumlar ile ilgili hukuksal mücadele verilmesi, kamuoyu oluşturulması, toprak ile ilgili her türlü müdahalede 'Valetta Sözleşmesi' kurallarına uyulması ve toprağa ait arkeolojik verilerin korunmalı. Biyotermal enerji, maden arama, taş ocakları, doğal gaz ve kaya gazı arama çalışmaları, hurda metal geri dönüşümü gibi nedenler ile çevre tahribatının önlenmesi. Doğal ormanların (Istrancalar) Biyosfer Rezervi olarak korunması için ilgili bakanlığa başvuruda bulunulması, ÇED gerekli değildir ibaresinin kaldırılması konusunda mücadele verilmesi, yer altı kaynak sularını açığa çıkaran ve bu sular üzerinde faaliyet gösterenlerin ruhsat iptali sağlanmalı."
Bildirgenin son bölümünde Trakya topraklarının tarımsal sit alanı olmasının sağlanması talep edilerek, şu görüşlere yer verildi:
"Üretim ve tüketim düzenleri daha fazla üretip daha fazla tüketmek mantığı ile doğanın yasalarına uymayan bir yıkıcılıkla sürüp gittikçe, çevre sorunlarının çözümünde başarı sağlanamaz. Başta Trakya olmak üzere, ülkemizde ve giderek tüm dünyada çevreyi savunmak, yaşamı savunmak demektir. Yapılan yanlış uygulamalar dünyamızın ve hepimizin sonunu getirmektedir. Genelde ülkemizin yatırım ve uygulamaları, yerelde Trakya'nın il bazında ve bölge bazında planlanması bilim, hukuk ve kamu yararı kavramları rehberliğinde insan ve doğa lehine yapılmalıdır. Trakya topraklarının tarımsal sit alanı olması sağlanmalıdır. Gerçeğe ve bilime aykırı planlamaya karşı, hukuk mücadelesi güçlenerek sürmelidir. Çevreyi koruma mücadelesi herkesin içinde olduğu bir mücadele alanına çevrilmelidir. Politika geliştirirken koruyucu yaklaşımın benimsenmesi, kirletici unsurlar ve yarattıkları sağlık sorunlarını tespit edecek bilimsel araştırmalara olanak sağlanmalı, destek verilmelidir. Bilimsel araştırma sonuçları kamuoyu ile paylaşılmalı, gerekli önlemler acilen alınmalıdır. Çevre kirliliğine yol açmak, sağlıklı olma hakkının önünde bir engeldir ve insanlık suçu olarak değerlendirilmelidir. Çevre suçlarının uluslararası mahkemelerde değerlendirilmesi için girişimler başlatılmalıdır. Sağlıklı bir çevrede yaşamak haktır, sağlıklı çevrede yaşam hakkının savunucusu olmalıyız. Sürdürülebilir kalkınma değil, sürdürülebilir bir gelecek istemeliyiz. Doğal kaynakların sınırsız olduğu yanlışından dönmeliyiz."