Size bir sırrımı vereyim mi? “Kusursuz olmak zorunda değilim. Mükemmel yaşamak zorunda değilim. Zeki olmak, güzel ya da yakışıklı olmak, başarılı olmak, zengin olmak, ya da çok sevilen biri olmak zorunda değilim. Her şeyin en güzeline sahip olmak zorunda değilim. Her şeyin en güzelini ben yapmak zorunda değilim.” Bu cümleleri sürekli kendi kendime tekrarlıyorum. Beni o kadar rahatlatıyor ki anlatamam. Olmak zorunda olduğum iki şey var aslında. Yaşamak ve insan olmak. Ve bu ikisi de inanılmaz kolay. Bu ikisini aynı anda yaptığın an, insanca yaşamış oluyorsun zaten. Hırslarımızdan ve egolarımızdan arınabildiğimiz zaman, hoşgörüyü ve sevgiyi öğrenebildiğimiz zaman, kendimiz için istediğimiz şeyin daha da iyisini arkadaşımız için istediğimiz zaman, insanca yaşamayı öğrenmiş olacağız. Ben bunları yazıyorum ama böyle yaşayabiliyor muyum? Pek sanmam. Ama deniyorum. Dünyevi olan insanı hep zora sokuyor. Beğenilme isteği, takdir edilme arzusu, toplumda yer edinebilme kaygısı, para hırsı, sahip olma tutkusu gibi, aslında içten içe hepimizin içinde olan bu duygular hayatımızı zorlaştırmaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Yaşamak kolay aslında, onu biz zorlaştırıyoruz. Her gün biraz daha iyisi çıkan teknolojik aletlere olan zaaflarımızla zorlaştırıyoruz hayatımızı. Her sene bir üst modeli çıkan arabalarla… Yenilemek istediğimiz koltuk takımlarıyla. Oysa hayatı akışına bırakmak ve evrenin bize sunduklarını sorgusuz sualsiz, bir hediye gibi kabul etmek daha kolay değil mi? Ben şu an bunu yaşıyorum, ama bunun bir sebebi var diye kabullenmek neden bu kadar zor? Paran yok diye gezmeye mi gidemedin? Otur bir ağacın gölgesine, hatta uzan. Bulutları izle. Hem bir kaç saatliğine de olsa kapitalizme meydan okumanın hazzını yaşamış olursun. Çocuğun matematikten zayıf mı aldı? Belki o şair olmak istiyordur? İşsiz misin? Bir ömür işsiz kalacak halin yok. “Ben bugün bunu yaşıyorum, ama bu da geçecek” diye düşünebilen insan, mutlu insandır bence. Ve sahip olduğu güzel şeylerin değerini onları kaybetmeden önce bilen insan, mutlu insandır. Hayattan beklentilerini küçülttüğün zaman, güzel şeyler hediye gibi geliyor. Bunu böyle yazdığım için idealleri olmayan, hayalleri olmayan biri gibi görülebilirim. Ama öyle değilim. Sadece makul hayaller kuruyorum ve gerçekleşmedi diye de üzülmüyorum. Mesela mutlu olma hayali kuruyorum, sevdiklerimle beraber olma hayali kuruyorum. Ve sahip olduğum şeylerin değerini biliyorum. Mesela özgürlüğümün. Kaybetmek üzere olduğum korkusu ile daha da fazla seviyorum özgürlüğümü son zamanlarda… Ve onu kaybetmemek için elimden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorum. Çabalıyorum. Hayata gözümü açtığım coğrafyanın değerini biliyorum mesela. Benimle aynı yaşta, sırf doğduğu coğrafya yüzünden, bir hatasının bedelini canı ile ödeyen kadınlara göre ne kadar şanslı olduğumu biliyorum ve buna her gün şükrediyorum. Bir hastalığımın olmamasına şükrediyorum. Kolumun bacağımın yerinde olmasına şükrediyorum. Ailemin değerini biliyorum. Kısaca, hayatımı sürekli ulaşılamaz hedefler ve hırslarla zorlaştırmak yerine, evrenin bana verdiğini hediye gibi kabullenmeyi seçiyorum. Bu acılar için de geçerli, sevinçler için de... Şimdi güzel bir kahve yapın, kendinize bir kaç saniye ayırın ve en başta yazdığım cümleyi yüksek sesle okuyun. Rahatlattı değil mi?