Genetiği Değiştirilmiş Organizma kelimelerinin baş harflerinden oluşan ve son zamanlarda gündemden hiç düşmeyen GDO konusuna değinmeden olmaz. Modern biyoteknolojik yöntemler kullanılmak suretiyle, gen aktarılarak elde edilmiş, insan dışındaki bitki, hayvan ve mikroorganizma dahil canlı organizmalara GDO denir. Bilimsel altyapısı çok eskilere dayanmakla beraber, bu teknoloji ilk kez 1980 yılında bakteri kaynaklı insülin üretiminde, ardından 1992 yılında “aromasını daha uzun süre koruyan domates” üretmek için ABD’nde kullanılmış ve bu domates 1994 yılında Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi tarafından “güvenilir” bulunarak, üretimine ve satışına izin verilmiştir. İnsanların tüketimine sunulan ilk GDO bu domatestir. Ardından A vitamini içeren pirinç, tarla zararlılarına karşı kimyasal maddeler içeren mısır gibi insan beslenmesinde ve tarımsal üretimin geliştirilmesinde fayda sağlayan birçok GDO uygulaması yapılmıştır.

“Fayda sağlayan” ifadesini neden kullandığımı açıklamam gerekir: Uzakdoğu ülkelerinde neredeyse tek besin kaynağı olan pirinç vitamince fakir bir gıdadır ve her yıl yüzbinlerce çocuk vitamin eksikliğinden ölmektedir. Genetik uygulamalarla yapısında vitamin bulunan pirinç üretmek, ki bu pirince altın pirinç adı verilmekte, gerçekten altın değerinde bir bilimsel çalışmadır. Diğer taraftan, dünyada en fazla tarımı yapılan ürünlerden biri olan mısıra özgü zararlılardan kurtulmak için kimyasal ilaçlar kullanmak bir mecburiyetken, yapısında bu zararlılara karşı etkili kimyasal maddeleri bulunduran mısır geliştirmek yine genetik biliminin başarısı olarak kabul edilmelidir. 

Yazının buraya kadar olan kısmını okuyunca “GDO’ları da savunuyor” durumuna düştüm biliyorum ancak öyle değil. Bu konuda ciddi endişelerim mevcut. Fakat GDO’ların faydalarını saymaya devam edeceğim:

Zararlı ve hastalıklara dayanıklı, ilaçlara karşı toleranslı, daha az tarım ilacı kullanılmasını gerektiren GDO’lar tarımsal üretimi arttırabilir. Düşük sıcaklıklara dayanıklı, donmaya dirençli, aşırı tuzlu topraklarda yetişebilen GDO’lar dezavantajlı topraklara ve iklime sahip ülkeler için büyük avantajlar sağlayabilir. Besleyicilik özelliği arttırılmış GDO’larbeslenme sorunları yaşanan bölgeler için bir umut olabilir. 

Ancak… Korkutucu ihtimalleri görmezden gelmek de mümkün değil maalesef. Genetiği değiştirilen bir bitki, doğal olarak bu bitkiyi tüketen bazı canlılara zarar verebilir. Bu çevre zararı ihtimaline en güzel örnek, bilimsel olarak kanıtlanmamış olsa da, genetiği değiştirilen mısır polenlerinin kral kelebeklerini öldürdüğü konusundaki tartışmaların varlığıdır.

Kimyasal ilaçlara daha dayanıklı bitkiler ürettikçe, zararlılar da bu ilaçlara direnç kazanabilir. Bunun sonucunda gelecekte, daha da güçlü, en güçlü kimyasal ilaçlara ihtiyaç duyabiliriz. Diğer taraftan, aslında hedeflenmeyen bitkilere doğal tozlaşma ile gen transferi gerçekleşirse, hiçbir kimyasal ilaçtan etkilenmeyen süper tohumlara sahip zararlı otlar ortaya çıkabilir.

Genetiği değiştirilmiş bir ürünü tüketen insanlarda alerjik reaksiyonlar ortaya çıkabilir. Örneğin fındıktan alınan bir gen başka bir bitkiye aktarılırsa, fındık alerjisi olan kişi bu yeni bitkiden de etkilenebilir.

Ve, belki de en önemli endişelerden bir tanesi, GDO pazarı genişledikçe bu alanda tekelleşme riski artabilir. Bu bitkilerin tohumlarını sadece birkaç büyük üreticinin üretmesi ve tüm dünyaya satması mevcut dengeleri olumsuz yönde değiştirebilir.

Bugünkü yazı biraz uzun oldu ancak konu da çok detaylı. GDO konusuna nasıl bakacağınız size kalmış. Bilimsel çalışmaların sonuna kadar yapılmasını desteklemekle beraber, GDO’ları doğaya ve günlük hayatımıza sokmak konusunda çok dikkatli olunması ve risklerin detaylıca incelenmesini savunuyorum.

Sevgiyle ve bilgiyle kalın.