Merhaba sevgili ve sevgi dolu dostlarım,

Bir kere daha beraberiz şükürler olsun. İnsanın sevdikleriyle sık sık bir araya gelmesi ne güzeldir değil mi? Dünyadaki eşsiz ve tarifsiz güzelliklere yeniden kavuşmuşların buluşmasına benzer yeniden bir araya gelen dostların buluşmaları. Güzelim dostluklar o an sevgi olur, muhabbet olur, dosta duyulan aşk olur ve gönüllerden taşar. Sevgiler vücut bulur, can bulur ve muhabbet en kıymetli armağanlar misali karşılıklı hediyeleşilir.

Bu sabah gözlerimi eşsiz bir güzelliğe açtım.

Penceremin en nadide köşesinde konuşlandırdığım, yakıcı güneşten, serin yelden, yaramaz çocukların şiddetinden korumaya özen gösterdiğim nadide çiçeğim açmıştı. Oysa uzun zamandır öylece hiçbir gelişme göstermeksizin, boynu bükük duruyordu. Çiçeğim o kadar uzun süredir tomurcuk olarak duruyordu ki neredeyse çiçeğimin normal hali budur diye düşünecektim. Ama bu sabah O bana sürpriz yaparak en beklemediğim anda yüzünü güneşe dönmüş ve açmıştı.

Yarı yumuk gözlerim açılıverdi birden. Yattığım yerden doğruldum ve ulaşamayacağımı bildiğim halde elimi uzattım. Zaten ulaşabilsem de tutmayacaktım o nadide çiçeği. O çiçeği bana hediye eden güzel insan “Sakın dokunma, küser…” demişti. Ben, küstüreceğimi bile bile, böyle nadide bir çiçeği nasıl incitirim? Nasıl dokunurum ona ellerimle?  Nasıl tutarım tülden ince yapraklarından? Hele, nasıl koklarım solacağını bile bile…?

“Hoş geldin çiçeğim.” diye fısıldadım yumuşacık bir sesle. “Evime hoş geldin” irkildi sanki… İncecik bir sapın ucunda tek başınaydı. Tek başınalığı içime dokunmuştu . Tam cevap veriyordum ki “Değilim, ben yalnız değilim.” Sen varsın. “Deyiverdi. Bir kişi çok kişidir, azımsamamak gerek. Bir kişi, bilen için tek başına bir dünyadır.”

Tutulup kaldım.

Şimdi uzun ve yalnız gecelerimde iki kelam edebildiğim, dertleştiğim, içimi açabildiğim bir dostum var. Çoğu zaman, beyaz bir tomurcuk olarak beklediği zamanları anlatıyor bana. Yalnızlığın dayanılmazlığını, uzun gecelerin geçmezliğini, güzelliğinin çiçeğin en büyük düşmanı olduğunu anlatıyor.

Şimdi korkuyorum. O kaçınılmaz sonun bir an olup geleceğinden korkuyorum. Bir gün çiçeğim gidecek biliyorum. Geldiği gibi, usulca gidecek hem de… Ben, bu hayatta hiçbir şeyin sonsuz olmadığını biliyorum.

O zaman, çiçeğim gittiği zaman ben yine uzun ve yalnız gecelerime döneceğim. Gözüm arada çiçeğimin olduğu o yere takılacak. Bunalacağım ve üst üste yutkunacağım. İçim bir hoş olacak. Göğsümün derinlerinden bir nefes bırakacağım. Hayatın sadece bir görüntü olduğunu fark edeceğim birden bire. Hatta hayatın bir oyun, bir sahne oyunu olduğunu fark edeceğim. Muhteşem bir sahnede oynanan ve oyuncularının bizler olduğumuz olağanüstü bir oyun. Bir gün rolümüzü icra edip sahneden ineceğiz. Sonra perde kapanacak.

Görüyor musunuz dostlar, bir beyaz çiçek beni nerelerden aldı, nerelere getirdi…

O çiçeği oradan kaldırdım. Şu an penceremin önü içim gibi bomboş. İyi mi kötü mü ettim bilmiyorum ama kaldırdım.

Kimileri bu yaptığıma kaçış diyecek. “Sorunlarıyla, korkularıyla ve hayatın gerçekleriyle yüzleşemeyip kaçtı.” diyecek. Desin varsın. Ben beni söyledim, anlattım, sundum. Ben buyum ve bu halimle varım. Ne mask takmayı severim nede bazı bahanelerin ardına gizlenmeyi.

Yorum yapmakta herkes tabii ki özgürdür dostlarım.

Bugün bana sabrettiniz ya, şu an en büyük mutluluğum budur. Şimdi gitme zamanıdır, hoşça kalın. Yine görüşelim diyorum, ne dersiniz?