ENEZ MEKTUBU - Ulaş DEMİRAY

CHP sosyal demokrat bir parti midir? Atatürkçü bir parti midir? Bu iki kavram birbiri ile çelişir mi? Hem Atatürkçü hem de sosyal demokrat parti olunabilir mi? İsterseniz biraz da buna bakalım.

Kabaca ben -kimden öğrendiysem- sosyal demokrasiyi “Kapitalizmin sosyalleşmesi, sosyalizmin demokratikleşmesi” olarak tanımlarım. Yani, ekonomik tercihi özünde kapitalist sistem olmasına rağmen, bu düzen içerisinde emekten, yoksuldan, yaşlıdan, hakça bölüşümden, insan haklarından, sürdürülebilir kalkınmadan, fırsat eşitliğinden, çevreci,  ulusal değerler kadar evrensel değerleri de göz önüne alan, ırkçılık başta olmak üzere her türlü ayrımcılığa karşı olan, barışçı bir ideolojinin adıdır sosyal demokrasi.

Bu kavramların hangisi Atatürkçülüğe karşı olabilir? Atatürkçülüğe bunlardan hangisi yakışmaz?

***

Mustafa Kemal bir devrimcidir. İyi ama bugün yaşasaydı hala devrimin gerekliliğini savunabilir miydi? Sanmıyorum. Demokrasi kurallarının iyi-kötü bile olsa geçerli olduğu bir Türkiye’de O demokrasinin en önde gelen önderi olurdu. Demokrasinin olduğu toplumlarda devrimden söz etmenin bir çelişki olduğunu hepimize O gösterirdi. Devrimin nihayi hedefinin demokrasi olduğunu bizlere O öğretirdi. O bir ideolog değildi. Hiçbir zaman buna heves de etmedi. “Hayatta en hakki mürşid benim söylediklerimdir” demedi. İlmi ve çağdaşlığı TEK YOL yol olarak gösterdi. 

Peki öyleyse “Devrim kavramı” rafamı kalkmalı? Elbette hayır. Demokrasi içerisinde kalmak koşulu ile bilimde, fende, sanatta, sporda, sağlıkta başarılabilecek o kadar devrim konusu var ki… Ama önce demokrasi… Bizim LAİKÇİ Atatürkçülerin bir türlü kafalarına sokamadığımız kavram: Önce Demokrasi…

***

Bu arada “Ülkemizde 12 Eylül hala sürüyor” derken suçu 12 Eylül paşalarının üzerine atıp sorumluluktan kurtulamayız. 1984 den bu yana pek çok iktidar geldi geçti. Siyasi partiler yasasına hiç kimse dokunmadı. Çünkü kendileri bu yasa ile iktidar olabilmişler, yıllarca partilerin değişmez genel başkanı olmanın tadını bu yasa sayesinde çıkarmışlardı. O nedenle bu yasayı değiştirmek parti egemenlerinin hiç işlerine gelmedi. Kürtlerin TBMM’ye girmesini önlemek bahanesiyle; örneğin Baykal bile %10 seçim barajını kahramanlar gibi savundu.. Sonuçta bu kafa ile gittiği seçimde barajın altında kaldı. Nice köklü parti de bu baraj altında kalıp yok olup gitti. AKP’nin %33 oyla neredeyse Anayasa’yı tek başına değiştirecek bir çoğunlukla TBMM’ye girmesinde 12 Eylül sonrası iktidarlarının hiç mi suçu yok..?

***

Atatürk’ün HALKÇILIK kavramı sosyal demokrasi ile çelişir. Bu kavram M. Kemal’in en önem verdiği kavramlardan biridir. O, ülkemizde sınıfsal katmanların olmadığını, kuracağı partinin “Bütün milletin fikir ve emellerinin hulasası” olacağını vurguluyor ve “Muhtelif meslekler mensuplarının menfaatlerinin birbirleri ile kaynaşma halinde olduğunu, bunları sınıflara ayırmak imkanı bulunmadığını ve hepsinin HALKTAN İBARET olduğunu” söyleyerek HALKÇILIK prensibini böyle anlatıyordu. 

1923-24 koşulları dikkate alındığında sosyal katmanların varlığından söz etmenin gerçekten anlamı da yoktu. Fabrika yoktu, işçi yoktu.. Ama artık bugün siyaset ve Yönetimler; bu toplumsal katmanlarına göre ve özellikle de emek/sermaye farklılıklarına dayandırılarak şekilleniyorlar. Emek grubu bile kendi içinde farklılıklar yaşıyor. Bedensel güçleri ile çalışanlar, hizmet sektöründe olanlar, beyaz yakalılar, sanat emekçileri vs. grupların farklı sınıfsal taleplerini yekpare bir halkçılık kavramı içerisinde çözmek mümkün olamıyor. O nedenle Atatürk’ün halkçılık kavramını; 1920 li yılların, zengini ile, fakiri ile, okumuşlarıyla, cahili ile cephelerde tükenmiş, ayağa kalkmak için devletten başka tutunacak dalı olmayan HALK için düşündüğünü ve yaşama geçirdiğini unutmayalım. Sınıf, mınıf aranacak zaman değildi. Ama bugün bu sınıfsal katmanları görmezden gelmek artık mümkün değildir. O nedele “Sosyal demokrat düşünce” diğer sınıfların varlığını red etmese de emekten yanadır.

***

Devam edeceğiz.