Devlet büyüklerimiz sürekli 2017 yılında rekor büyüme gerçekleştirdiğimizi ve yaşanan dolar kuru krizinin dış güçlerin oyunu olduğunu söylüyorlar. 16 yıldır sürekli dış borçla finanse ettiğimiz cari açık ve şişirilen inşaat sektörü ile yaratılan rant ile taşa toprağa gömdüğümüz milyarlarca doların yaratığı hormonlu büyüme ile avunuyorlar. Ne yazık ki bu vahameti paylaşabilecek ekonomistlerin çoğu medyada yer bulamıyorlar, kendi internet sitelerinde hükümeti uyarmak için çırpınıyorlar.

2001 krizi ile uygulanmaya başlayan Kemal Derviş programı tam meyvelerini verecekken koalisyon bozulmuş ve 2002 Kasım seçimleri ile AKP iktidara gelmişti. 2008 yılına kadar AKP bu programı eksiksiz uyguladı. Bu da ekonomide ciddi bir rahatlama getirdi. Bu süreç AKP’nin ekonomideki ilk ve tek başarısıydı. 2008 yılında ABD’de Lehman Brother’s’ın batması ile başlayan kriz dünyaya da yayılınca ABD merkez bankası FED hem kendi ekonomisini hem de dünyada yayılan krizi önlemek için faiz indirimine gidip faizleri 5,25 seviyesinden 0,25 seviyesine indirdi. ABD’yi Avrupa Birliği ve diğer gelişmiş ülkeler de izleyince özellikle gelişmekte olan ülkeler için dünyada para bolluğu oluştu. Türkiye de bu para bolluğundan ziyadesi ile istifade etti. Bu süreç 2016 yılına kadar sürdü. Amerikan ekonomisinin düzelmesi ile birlikte 2013 yılından itibaren dünya ekonomilerini fonlamayı azaltacağını ilan etti ve bunu 2015 ve 2016 yılında toplam iki kez faiz arttırarak uygulamaya başladı. Bunun bizim açımızdan anlamı artık eskisi gibi rahat ve ucuz borçlanma yapamayacağımız idi.

2015 yılında ilk 0,25 faiz artırımının ardından 2016 yılında 1 kez, 2017 yılında 3 kez ve 2018 Martta 1 kez olmak üzere artan FED faizleri 1,75’e ulaştı. Bunlar gizli saklı değil çok önceden ilan edilerek yapıldı. Ülkelerin merkez bankaları bu durumu bilerek tedbirlerini almaya çalıştılar. Bizde sözde bağımsız özde yürütmeye bağımlı merkez bankası ise hem harekete geçmekte gecikti hem de siyasi baskı yüzünden yanlış hamleler yaptı.

2013’te Amerika’nın faiz artırımından en fazla etkilenecek ülkelere dünya ekonomi çevrelerinde ‘Kırılgan Beşli’ denildi. Maalesef bizim de içinde olduğumuz bu grupta Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika’nın ortak özellikleri yüksek cari açık vermeleri ve yüksek enflasyona sahip olmaları idi. Bu süreçte aynı serüveni yaşadık. 2013 yılından itibaren Haziran 2018’e kadar bu ülkelerin paralarının dolar karşısında ortalama değer kaybı %28, bizim ise %250. Yani 2.5 kat değer kaybetmişiz. Yine bu ülkelerin 2013’teki Cari açıklarının ülkede üretilen değere (GSMH) oranı %3,45 iken 2018’de 1,98’e gerilemiş, bizde ise %6,7 olan cari açık şu aralar %5,5 olarak seyretmekte ve sürdürülebilir olmaktan uzakta. Enflasyonda da bu ülkeler %6,7 olan ortalamalarını %3,7’ye düşürürken, bizde %7.4 olan enflasyon %12’ye çıkmış durumda. Bu sonuçlar neticesinde yukarıdaki dört ülke ‘Kırılgan Beşli’ kategorisinden çıktı, biz sınıfta kalmış öğrenci misali devam ediyoruz.

Peki yanlışlarımız neler? Birincisi Merkez Bankası bağımsız davranamıyor. Merkez bankası sıkı para politikası uygularmış gibi gözüküyor, hükümet ise genişlemeci maliye politikası uyguluyor.  Bütün dünyada faizler artarken, en tepedeki kişinin faiz inadı yüzünden iki kez facia yaşadık. İlki 2016 Ekim’de bütün dünya faiz artırımı hazırlığında iken biz düşürdük. 3 TL seviyesinde olan dolar 3,70 TL seviyesine çıktı. TL yüzde 24 değer kaybederken tedbirini alan yukarıdaki ülkelerin paraları kısa süreli bir kaybın ardından o dönemde artıya bile geçti. İkinci facia çok yeni. Aynı kişi 3 hafta önce, 14 Mayıs’ta İngiltere’ye gidip finans kuruluşlarının önünde ekonomi bilimine çığır(!) açacak faiz söylemini yaptı ve Merkez bankasının bağımsız olmadığını ilan etti. Dolar hemen 4,2 seviyesinden 4,9’ a fırladı. Merkez Bankası hem yüklü faiz artırarak hem de daha önce de sırf aynı kişiye hoş görünmek için faiz artırımı yapmıyor havası verdiği ama tek araç olarak kullandığı Geç Likidite penceresinden fonlama sistemden vazgeçip yeniden normal üçlü fonlama sistemine döndü. Dolar 4,62 seviyelerine geriledi. Tabi sırf bu iki büyük yanlışın Türkiye’ye faturası sadece dış borç üzerinden olan kısmı doların fazladan 1,1 TL artması oldu. 453 milyar dolar dış borç için yaklaşık 500 milyar TL. (Nasıl olsa cebinden ödeyecek) Ülke itibarının kaybı da cabası.

İkinci nokta Cari açık. Türkiye cari açık ile büyümeye çalışıyor. Bunun için de sürekli borçlanıyor. Bu da hele bu dönemde sürdürülebilir bir model değil. Kaldı ki bu borçlanma üretime dönüştürülemediği için sadece kredi kartı ile yaşamaya çalışan vatandaş konumunda devlet. Delik büyüyor, başka kartlarla borç döndürülmeye çalışılıyor. Üçüncü ve en önemlisi psikolojik. Sürekli vatandaşa dış güçler sopası ile ekonominin yalpaladığı mesajı veriliyor. Bu da yaşanan krizlerin etkisini artırıyor.

Sonuç olarak 16 yıllık bir deneyimin 2008’e kadar olan ilk bölümü hariç tam bir ekonomik enkazla karşı karşıyayız. Bundan sonraki yönetimlerin en ufak hata şansı yok. Daha da vahimi gözümüzün içine bakarak neredeyse iflas noktasına getirilen ekonomi üzerine birkaç eksik veri ile başarı öyküsü yaratılmaya çalışılması. 

Ne diyorsunuz, sizce de söylendiği üzere ekonomi tıkırında mı?