Yazın, Enez benim ikinci vatanım. Enez; denizi, kumu, taşı, toprağı, doğası ve insanı ile aşık olduğum belde’dir. Ufak tefek rahatsızlıklarda sağlık ocağı mevcut... Lakin tam teşekküllü hastane Keşan’da… Gidiş geliş süre iki saat. Hastanedeki tetkikler falan derken o günü bitti kabul edin. 

Anne rahatsızlanınca sık sık gidip gelmem icabet etti. Trakya insanı çok sıcak ve samimidir. E, böyle olunca da (Allah hastalıktan ırak eylesin ) hastanede ve minibüste onları izlemek keyifli gelir bana. Mümkün olduğunca minibüsle gitmeyi yeğlerim. Üç gün üst üste hastane koridorlarında da olunca,  seksenlik teyze ve amcalarla, on beş ay ayni devre askerlik yapmış gibi oluyor insan. Ben er, onlar subay, astsubay… Tecrübeye göre kıdem artıyor. (Bu hastane maceralarımı belki sonra anlatırım)

Çok bitap düştüm bugün. Son minibüsü kaçırma korkusu ile stres de yapıp gerildim. Bir saatlik yol nihayetinde. Sıcaklık görünen 30, hissedilen 40 derece. Beynim kaynamış. Hızlı adımlarla yürürken "N’olur Allah’ım, dünkü külüstür arabaya denk gelmeyeyim, sabahki pek konforlu idi, klimadan donsam bile” diye dua ediyordum.  Hatta yolcular, şoföre:

“Abe kapat şu klimayı, Ağustos’un ortasında donmuş kıçla gezecez, ne vakit çözülecek buzlarımız?’’ dese de, o soğuğa şimdi ihtiyacım var diyerek gelip biletimi aldım ki; ne görem?

Bu son minibüs ve dünkü bunun yanında VİP… Klimayı da geçtim, camlar açılmıyor. Hareket saatine otuz dakika varmış. Günesin altında bekleyemeyen, dizleri kireçli teyze ve beli tutmayan amcalar bindiler, mecburen.

Allah’ım bayılacağım nemden. Aklıma geldi, annem yufka istemişti, en azından vakit geçer diye şoför amcama:

“Yufkacıya kadar gideyim ama erken gitme sakın, beni unutursan yolda kalırım” dedim. (Metropol de mümkün mü böyle bir şey söylemeniz. Düşünsenize otobüs durağındasınız ve aynı cümleyi kurdunuz, ’’Deli’’derler.)

Amcam da “Fırla kızanım, al da gel " dedi.

Fırlamak ve ben ! Kavrulmaktansa fırladım, aldım geldim. Fırlamakla beraber vücut ısım oldu 44 derece.

Geldiğimi görüp, sere serpe oturdukları yerden "Aferin kızanıma, tazı gibi uçtu, geldi" diyen teyzelerime şakıyamadı kuruyan dilim. Bana en arkada ve açılmayan camın köşesine yer ayırmışlar, sağ olsunlar. Bir TAZI ’ya da orası yakışır. 

Araba hareket edecek, şoför amca:.

"Geldi mi yufka almaya giden kızan?" diye sordu; yanımda ki yüz kiloluk, çift kişilik yer kaplayan teyze: "Geldi geldi” diye yanıtladı

Adi (Hadi! Demek o. Yerli halk H harfini yutar, bunun hikayesini de başka zaman anlatırım) hareket et" diyen, sevimli teyzeye inanmayan şoför amcam, emin olmak için ayağa kalkıp beni görünce "Abe, sıcak çarpmış kızanı, kuluçkaya yatacak yumurta gibi,  ne sıkıştırdın oraya? Gel kızanım sen şuraya” 

Konforlu koltukların yayları kıçına batmasın diye, altına koyduğu minderi kapının yanına, yere attı, oturdum. Bir saat boyunca Hollanda Sosisi  teyzenin yanında,  kuluçkadaki yumurta gibi olacağıma geçtim oturdum BUSİNESS mindere..

Hizmette, konfor da sınır yok.

Şoför amcam:

“Kapı da açık giderim. Bir de 80, 90, 100 yaptım mı, PEGASUS gibi uçarız, al sana DOĞAL KLİMA"

YÜZ ne la? Benim bildiğim PEGASUS, Yunan Mitolojisin de kanatlı uçan at. İnşallah açık kapıdan gündendi tarlalarına uçmam.

***

Şikayet etme Leyla. Sabah dondun, bugün piştin ama felsefik düşün. “Ham idim, piştim’’ gibin. Şu an VİP yolcususun sen! 

“Adi, bas gaza şoför amca, bas gaza. Ohh! Üfül üfül bea”