Dört yıl önce, aracımla yazlığa giderken Malkara girişinde, birden bire bütün arabalar sağa geçip, yüz yaşında kaplumbağa misali birinci vitese düştü. “Bomboş yol, kim geçecek de selama durdu bunlar” diyerek bastım gaza. 

Günler sonra kırk yıllık postacımız, üç aylık ikramiye almış yüz ifadesi ile ağzı kulaklarında “Trafik Cezası” diyerek uzattı zarfı. Teslim ettiğine dair imzamı atarken, otuz iki dişi meydanda idi. (Hayır! Neden gülüyorsun? Garezin mi var? Erkeklere trafik cezası tebligatı hiç götürmedin mi? Bu tavrın sadece kadınlara münhasır bir şey mi?) 

Neyse, kurallara uyan bir şoför olarak cezayı nerde, ne için yediğimi merakla, zarfı açtım ki; Ana! Rüzgârımı savurduğum, o bomboş yolda EDS kameraları beni selamlamış, en afilli fotomu da ekte göndermişler. Vallahi bravo! Üstelik artistik bir poz yakalamışlar, Sağ göz ucumla kaplumbağalara öyle egolu ve hınzırca bir bakış atmışım ki; inkâr etsem günaha girerim. Cezayı koşarak ödedim. Ve ne zaman oradan geçsem, nesli tükenen, ayakları nasırlı, apandisti tutmuş kaplumbağa gibi gidiyorum. Üstelik ulvi bir hareketle, EDS kameralarına selam vererek. 

Geçen gün, düştük yollara, aynı yerden “Rüzgâr kırmış dallarımı” şarkısını söyleyerek aheste aheste geçtik. Yaz sezonu değil ki, yollar boş, yazlığa giden ehli keyif pek az kişi var. Onlar da altmış beş yaş üstü emekliler. Rica etsen de, gaz versen de, seksen hızı geçmiyorlar abi. Bünye mi kaldırmıyor, hayatı özümsemeyi felsefe mi edindiler de kuşu, bulutu seyrederek, “Acelemiz yok” misali mi yol alıyorlar, bilemiyorum. 

On dakika yavaş gitmekten kanım çekildi, ama ben gerçekten kurallara önem veren biriyim. Üstelik kızıma örnek olmalıyım. Hani yanımda olmasa belki seksenlik yolda yüzle giderim. Ama yapmam. (İç sesimle cebelleşiyorum elbet) Cillop gibi yol, mis gibi hava, mavi bulutlar falan, uçmak istiyorsun kuşlar gibi, ama yok, kurallara her zaman, her daim uyarım ben(!)

Emekli teyzeler, amcalar gibi sabır ve sükûtla giderken, sağımdan, son model, siyah bir jeep, karayel rüzgârı gibi esti (adeta ezdi) geçti. Yok, yani, sollasa sorun yok, amma sağımdan geçmesi kanıma dokundu, hava atar gibi. Bana öyle geldi vallahi. Bekircik kurtlarım zıplamaya başladı, iç sesim bağırıyor “EDS noktaları hariç yol bizim mi? BİZİMM!” Ufaktan gaza dokundum, maşallah araba yağ gibi kayıyor, yollarda hafif buzlu olunca, olimpik buz pistinde mini elbisesi ile paten yapan yarışmacı gibi kapıldım karayele. 

Minnak gözüm bir ara yüz kırk beş hızı gördü, inkâr yok. Önümdeki karayel aniden yavaşladı, yol tek şeride düştü, trafik polisleri Jeep’i durdu. “Vay şap şik! Sen misin hava atan, ahanda böyle durdururlar” dedim. O da ne? Polis ona geç işareti verip, beni durdurdu. Camı açtım, memur “Hoş geldiniz, kaldırımdan aşağı inelim” deyince anladım ki misafir edecek “Hayırdır? EDS noktasında otuz ile seyir eyledim” dedim,  Memur: “Hemen orayı geçince, sağda radarı görmediniz her hal, poyraz gibi geçmişsiniz, bildirdiler” dedi. EDS’den sonra radara ne gerek var diyemiyorsun ki. Hani radar olmasa “Annemin çişi geldi, mecbur benzinciye kadar hızla yetişmem gerek” deyip sıyrılırdım, yapmadığım bir şey değil. Ama göremediğim koskoca RADAR!

Ehliyet, ruhsatı verdim, arabadan indim. Pek de kibar bir memur: “Siz üşümeyin, epey rüzgâr var, biz işlemi yapalım” dedi. (Ne rüzgar arkadaş bu! Bir gün için de, bir lodos, bir poyraz, bir karayel oluyor.) Yine ağzı kulaklara vardıran imzam için gittim yanlarına. Aklım, yiyeceğim cezadan ziyade rüzgâr gibi uçan Jeep’te. Hazmedemedim lavuğu. “Bu radar sadece bayan şoförlerimi tespit ediyor, önümde durdurduğunuz kara şimşek uçuyordu” (Nasılsa yedim cezayı, o da yansın, o da ezilsin, rüzgâra kapılmak neymiş, rüzgârı ile savurmak neymiş, o da görsün…) 

Ben imzamı atarken, memur, tıpkı bizim postacı gibi otuz iki dişi meydanda, gülerek, “Bize beyaz Polo’nun, yani sizin rüzgâr gibi geçtiğinizi bildirdiler” dedi. (Anlamadığım benim imzada ince bir espri mi var acep, herkes o dakika gülüyor ve bir rüzgârdır esiyor.) İçimdekileri fışkırtmak istiyorum, adamın nasıl estiğini, üstelik sağımdan uçtuğunu, ama nafile, derdimi içime atıp cezamı paşa paşa alıyorum. Dedik ya baştan, kurallara itaat ederim ben! Cezamız, yüz elli beş km hızla, altı yüz elli papel !!!

Arabaya bindim, cezayı anneme kilitlemeyi içimden geçiriyordum ki; kadın içimi okudu. “Bu sefer benimle ilgisi yok, hiç çiş muhabbeti yapmadım” dedi. Çenesinin vidalarını nasıl gevşeltti ise Edirne’ye kadar susmadı. “Böyle mi örnek oluyorsun, uçmak neyine senin, kuş musun sen, kağnı gibi giden herkese yaşlı emekli muamelesi yaptın, sana ne elin Jeep’i uçtuysa, altı yüz elli TL ne demek, günde bir buçuk paket sigaran yirmi beş günde cezayı anca öder, sigara içmek yasak sana, elliyi geçmek de yasak… (Yok, mudur düşen çeneyi çekip kapatan bir radar?) 

(İç ses, benim kızın matematiği gibi kuvvetli; diyor ki: “Yüz yirmi bassan, yolun buzu, rüzgârın itme kuvveti ile sen o lavuğu yakalarsın” Yok yok! O da elbet ebesini pardon görünmeyen Koca Radarı görür bir gün. Hem ben kurallara uyarım! Yola çıktık, şarkımızı kaldığımız yerden açtık “Rüzgâr kırdı dalımı, radarın günahı ne? Ben yedim cezayı yolların günahı ne.”