Babasına yazdığı mektubu paylaşan Demiray, babasına olan özlemini dile getirmiş. Ulaş Demiray'ın yıllar önce 1981 yılında Önder Gazetesinde de yayımlanan mektubu ise şöyle:

Sevgili Babam,

Bilmiyorum, bu mektup sana erişecek mi? Ama ben yine yıllar önce yaptığım gibi sana mektup yazarak seninle dertleşmek, bazen gülen, bazen yaşlanan gözlerini hayal edebilmek, gittikçe büyüyen özlemini bir parça olsun giderebilmek için bu satırları yazıyorum. Anılar öylesine güçlü ki; hiç kuşkun olmasın, bir ömür boyunca seninle yaşayacağım. Biraz eskiye dönsem, birkaç kitap karıştırsam, radyoda aşina olduğum bir tango duysam hep sen, yine sen…

**Uzakları özleyen bir martı gibi kaçtın **

**Sevgimin sahilinden, gözlerimin ufkundan… **

**Bir yaz yağmuru gibi geldin ve uzaklaştın **

**Bir yağışın sesidir içimde senden kalan… **

Sanki seni bu tangoyu bir iki kadehten sonra, yalnız bizler için mırıldanırken görür gibiyim… Bilmiyorum sen de özlediğin ufuklara doğru mu kaçtın? Bu tangoyu söylerken bugünkü acımızı mı anlatmaya çalıştın? O çocuk yaşlarımızda seni kaybetmeyi hiç düşünemezdik ki biz.

***

Yazdığın bir şiir ölümünden sonra geçti elime. Aslında son yolcuğundan çok kısa bir zaman önce yazılmış. Belki de bizlere bırakabildiğin en büyük ve yegâne mirastır bu şiirler. Ama neden bu kadar hasret serviliklere, neden bu kadar erken yolculuk?

**Menzile çok yaklaştık, göründü servilikler **

**Şimdi bir gölgelikte dinlenmek ister başım **

**O güzel geçen günler, o güzel yarenlikler **

**Artık geride kaldı eşim, dostum, yoldaşım. **

*******

**Tez oldu sanma akşam günler hayli uzadı **

**Yola erken çıktıksa ecel bu neyleyeyim. **

**Kalmamıştı ne çare kahpe dünyanın tadı **

**Zevki serviliklerde bulmayı deneyeyim. **

***

Anılar anılar… Hani seninle bayram namazlarına gittiğimiz camide kılındı namazın… Cemaat pek kalabalık değildi… Yıllardır Başyazarlığını, Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yaptığın Hüraydın Gazetesi’nden, senelerce başkan olarak, yönetici olarak görev yaptığın, Gazeteciler Derneği’nden, Turizm Derneği’nden, Çocuk Esirgeme Kurumundan, emekli olduğun Belediye’den, yıllarca Nahiye Müdürlüğü’nü yaptığın, uğruna ciğerlerini hasta ettiğin köylerinden kimsecikler yoktu…

Belki de duymamışlardı. Bilmem ki duysalar bu son namaza yetişirler miydi?** “Bu fani bizler için de yaşadı.”** derler miydi?

***

İnanır mısın, bence hiç önemi yok bunun. Hatırlıyor musun son günlerinde bir soru sormuştum sana. **“Bunca yıl görev yaptığın devlet hizmetinde hiç rüşvet aldın mı?” **demiştim. Başın gururla dikleşmiş, bana; “Tek kuruş çıkar düşünmeden, böyle bir rezilliğe tenezzül etmeden yaşadım.” demiştin. Aksini söyleseydin dünyam yıkılırdı inan. Şimdi eğer ben de başım dik dolaşabiliyorsam, seni minnetle anıyor ve anlatabiliyorsam ve senden bize bir karış toprak, mal mülk kalmadı diye üzülmüyorsam; arkanda cemaat olsa da hoş olmasa da…

***

Kol saatini ablam aldı. Yüzüğünü anneannesi torunun Bahadır’a verdi. Ben de yıllardır yazılarını, şiirlerini, yazdığın daktilonu aldım. O daktilo ile seni yaşayacak ve yerel bir gazetede sürdürdüğün çabalarını onunla ben de sürdürmeye çalışacağım. Sana o daktilo ile mektuplar yazacağım. Bana ilk bisiklet aldığın günü,** “Han Duvarları”**nı okuyup birlikte ağladığımız çocuk gecelerimi, gençlik heyecanlarımı, senin her biri edebi değeri olan mektuplarını o daktilonun tuşlarında yeniden, yeniden ve her zaman yaşayacağım.

***

Bilmem ki bunlar her gün kat kat büyüyen özlemimi bir parça olsun giderebilir mi? Hiç yoksa “Servi gölgeliklerinde” huzur içinde yattığına inanabilsem. Bir gün olsun, bir dakika olsun bir daha görebilsem seni... Yanaklarından çok çok öpsem ve o hiç bitmeyecek tangoyu beraber söyleyebilsem…

**“Fakat bulutlar yine toplanırlar bir akşam **

Ve bir sabah martılar döner sahillerine..

**Sen de bir martı gibi dönsen, sana konuşsam; **

**Bir yaz yağmuru gibi içime yağsan yine...” **

Heyhat!...

(Ağustos 1981 tarihinde Keşan Önder Gazetesi'nde yayınlandı)