ENEZ MEKTUBU - Ulaş DEMİRAY

Geçtiğimiz günlerde bir köşe yazarımızın belirttiğine göre Enez’e bir HUZUR EVİ yapılacakmış. Çok iyi olur. Ancak huzur evi sadece fiziki bir yapı değildir. Yaşlıların bu işletmelerden en önemli beklentisi sağlık sisteminin çok kaliteli olmasıdır. Annemin 6 yıl, mutlulukla yaşadığı İzmir / Narlıdere’deki kamuya ait huzur evinin kendi içinde çok üst seviyede bir sağlık sistemi vardı. Burada yeterince doktor, hemşire, diyetisyen gibi personel çalıştırdığı gibi, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hastahanesi de bu tesise 5-6 km mesafede idi. Bu tesisin “Geriatri” bölümü de vardı. Ambulansları da devamlı hazır beklerdi. 

Enez’de bu koşullar sağlanabilir mi? Bu sorunun bugünkü yanıtı ne yazık ki hiç olumlu değil.. Ama kesin olarak inandığım bir şey var ki; bu işletmeler, yaşlılarımızı kendimize bile dar gelen ev ortamımıza hapsederek, ölmeden gömmek yerine onlara yeni bir dünya sunuyor. Huzur Evleri onlara yeni dostlar edindikleri, yeni bir sosyal dünya yaratıyor. Yeniden yaşama bağlandıkları bir ortamı sağlıyor. O nedenle bir kar etme işletmesi yerine bir kamu ya da yerel yönetim hizmeti olarak sunulması çok önem taşıyor.

Konu ile ilgili aşağıdaki yazıyı 2007 yılında yazmıştım... 

“BEYAZ MELEK” VE YAŞLILIK…

Fatih AKIN’ın  “YAŞAMIN KIYISINDA”  ve Mahsun KIRMIZIGÜL’ün  “BEYAZ MELEK” filimlerini izledim bu hafta... ”Yaşamın Kıyısında” ile hayal kırıklığına uğradım… Öyle göklere çıkarılacak ölçüde bir tat ve çok önemli bir mesaj da  alamadım..

Son dönemde çekilen 1980 dönemine ait filimler, diziler nedense o dönemin dehşetini, karanlığını yeterince vurgulayamıyor.. Örneğin ”Yaşamın Kıyısında” öylesine şipşirin bir hapishane vardı ki… Gerçekle en ufak ilgisinin kurulabilmesi mümkün değil… Aynı duyguyu Çağan IRMAK’ın “Babam ve Oğlum” filminde de yaşamıştım.. O filmde de baba ve oğul ilişkisi çok duygusal bir şekilde işlenmiş ve hepimizi gözyaşlarına boğmuşsa da 12 Eylül dönemini vurgulayan sahneler çok sıradan ve yavan kalmıştı. Yeterince çarpıcı değildi.. 

Sanırım tüm yeteneklerine rağmen genç yönetmenler, yaşamadıkları bir cehennemi yorumlamakta ne yazık ki  yetersiz kalıyorlar..

***

“BEYAZ MELEK” ülkemizde galiba ilk defa Huzur Evleri’ni ve yaşlıları konu alan, güzel, duygusal bir filmdi. Mesajları da duygusaldı. İzlerken “Erkekler ağlamaz “ sözünü “Bal gibi de ağlar” olarak değiştirip bu eylemi doya doya yaşadım. Huzur Evleri’nde yaşayanların bir bakıma yuvalarından, ailelerinden koparılmış ölüme terk edilmiş insanlar olarak betimlendirilmesi ve Analar babalar yüreğine bir çok torun sığdırırken; onların çocukları kocaman apartman dairelerine, villalarına bir ana-babasını sığdıramazlarcümlesi filmin öyküsünün ana temasıydı…

*****

Bu yaklaşım gerçekçi sayılabilir mi? Benim Annem şu anda bir huzur evinde yaşıyor. Bu nedenle, bu yaşantıyı çok yakından gözlemleyen biri olarak bu soruya vereceğim yanıt “HAYIR” dır. Elbette ülkemizde bu tür huzur evlerinin, yaşlı evlerinin, bakım evlerinin tümüyle yeterli kalitede hizmet verdiklerini söyleyemeyiz. Hatta bu gibi yerlerde yaşayanlara insanlık dışı muameleler yapıldığının zaman zaman tanıkları da oluyoruz. Ancak bütün bu olumsuzluklara rağmen yaşlılarımız için seçeneğimiz; onları kendimize bile dar gelen dünyamıza hapsetmek olmamalıdır. Örneğin İzmir Narlıdere’deki Emekli Sandığına ait DİNLENME VE BAKIM EVİ bence yaşlılar için İKİNCİ BAHAR ortamıdır. Doktorları, sosyologları, etkinlikleri, kuaförleri, iş atölyeleri, kafeteryaları, yüzme havuzları ve çok kaliteli, 5 yıldızlı Otel ayarındaki hizmet anlayışı ile -ultra zenginlerin dışında- hiç kimsenin annesi-babası için yaratamayacağı bir ortam..

En önemlisi de yaşlandıkça  “Git gide büyüyen yalnızlığımız” ın, yeni dostluklar, arkadaşlıklarla ve hatta derin aşklar ve aşk evlilikleriyle yeniden zenginleştiği bir dünya… Yaşlılarımızın bu duyguları yaşamalarının bir mahzuru mu var? Onlara sevgimizi, ilgimizi verebilmek, gösterebilmek için onları mutlaka kendi dar dünyamıza hapsetmemiz mi gerekir..?

***

Film yine de bugünün feodal aile kavramlarının yaşandığı çevrelere bu bağlamda güzel mesajlar da veren bir film. Dudak bükerek izlediğimiz, hatta sanatçı saymadığımız Mahsun KIRMIZIGÜL’ün çok önemli ve cesur bir çıkışı. Usta bir oyuncu kadrosu ve nefis görüntüler….

İzleyin… Bol bol ağlayın..