Mezardakilerin pişman oldukları şeyler için dünyadakiler biribirlerini yiyorlar.

-Goethe-

Dindar birisi değilim veya olamadım. İlahi adalete, kadere, kim ne derse desin alın yazısına da inanırım. Gerçek dindarlara son derece saygılı olduğumu ifade ederek yazıma başlıyorum.

                                                                                              S. K.

Mezarlıklar, son durak, son adres!..

Tek rotası olan sessiz gemilerin dolu gidip boş döndüğü ıssız ve geniş limanlar…

Serviler, mazılar burada çabuk boy atar, yılanlar, çiyanlar, böcekler korkusuz, rahat yaşarlar ve iyi beslenirler.

Burada yatanları uyandıran çalar saatleri de yoktur. Unutulmuş şarkılar gibi birçoklarının yakını da kalmamıştır, ziyaret edeni de…

Kimler yatmaz ki oralarda?..

Krallar, hükümdarlar, prensesler, sultanlar… Fakir-fukara, zengin, genç-yaşlı; her kesimden insanlar…

Şehitlerimiz ve iyiliklerini bir Allah’ın bir de kendisinin bildiği isimsiz kahramanlar

Öte yandan ‘ne vatana, ne millete, hatta kendisine bile faydası olmamış’ olanlar da orada!..

Bazılarının mezar taşlarında meslekleri de yazar; doktor, öğretmen, esnaf v.s. Bir tek ‘cellatlar’ hariç!

Her insan mezarlığa bir köşeden baktığında iyi-kötü ayırt etmeden geniş bir hüzün duyuyor, kalplerdeki kin-nefret duyguları dağılıyor; ister istemez!..

Cennet cehennem, günahlar-sevaplar burada hatırlanıyor ama kimse oraya gönüllü gitmek istemiyor.

Ve insanlar ‘bu dünyaya kazık çakma şansı’ olmadığı gerçeğini bildikleri halde hayat ‘kıran kırana’ devam ediyor.

Şair Necip Fazıl Kısakürek, her insanın zorunlu karşılaşacağı Büyük Randevu’yu merak etmiş ve iki satırlık bir şiirle sormuş:

Büyük Randevu… bilmem nerede, saat kaçta?

Tabutumun tahtası bilsem, hangi ağaçta?

***

Son yıllarda gelişen teknolojiyle birlikte hayatın doğal ritminde ayar bozuldu, koşuşturmaya dönüştü. Koşarak bankaya… su, elektrik ve telefon sıralarında önden yer kapmaya… iş görüşmeleri… alacak-verecek takip ve kovalamaları…

Bu değişimler cenaze ve mezarlıklara da yansıdı. Cenazeye katılanların yüzlerinde acı, hüzün ve acıya ortak olma gibi duygular fark edilmiyor… İmam son duayı okuyup ‘El Fatiha’ çağrısını yaptığında, bir konu dikkatimi çekti. Ben Fatiha’nın ikinci veya üçüncü ayetine geçmeden, bazıları ellerini yüzlerine sürüp hemen uzaklaşıveriyorlar… ‘Ben mi geç kalıyorum acaba?’ diye düşünürken arkadaş ve tanıdıklarla bu konuyu biraz tartıştık.

Vardığımız ortak kanı ‘ya Fatiha’yı bilmiyorlar veya okumuyorlar’ oldu.

 ***                                                     

Cenazeye katılanların sayısı ölenin saygınlığına, sosyo-ekonomik durumuna, geride kalanlarının tanınmışlığına göre değişiyor.

‘Zenginin cenazesi kalabalık, fakirin düğünü güzel olur’ derdi rahmetli annem… Doğruymuş; bu gerçeği üç-dört yıl önce katıldığım fakir bir komşu annemizin cenazesinde anladım. Bu cenazede altısı çocukları ve torunları, üç kişi de biz komşular… Sadece dokuz kişiydik!.. Bereket ki çocukları ağır işlerde çalışıp alışkın oldukları için iyi çalıştılar, fazla bekleyip bunalmadık o sıcak havada!..

Bir garip ölmüş diyeler,

Üç gün sonra duyalar,

Soğuk su ile yuyalar,

Şöyle garip bencileyin…

Bundan 800 yıl önce gönül mimarlarımızdan Derviş Yunus söylemiş ve şiire dönüştürmüş bu sözleri…

O yıllardan beri değişen bir şey yine yok!.. Yoksulun yine itibarı yok, kimsesiz yine garip… Yine varlığına-yokluğuna göre uğurlanıyor insanlar ebedi hayata…

***

Cenaze defnedildikten sonra arabalara doğru koşuşturmalar yok mu? Acaba topluca panik atak mı geçiriyor bu insanlar, yoksa Keşan yerinden mi kaçtı?

İyi ki dünya güzeli şehrimiz tepede… Başımı kaldırınca görüyor ve seviniyorum; ‘Tanrıma binlerce şükür’ Keşan kaybolmamış; yoksa “Keşan’ın kayboluş öyküsü’nü” yazmak çok zor olurdu benim için!..

***

Mezarlıklardan, cenazelerden söz ederken bundan beş-altı yıl önce bir gazetenin mizah sayfasından okuduğum ilginç bir fıkra geldi aklıma… Hatırladığım kadarıyla aktarıyorum:

Modern çağ bir sürü yeni mesleklere kapı açtı. Saymakla bitmez. Bunlardan biri de Cenaze Ağlayıcıları…

Büyük şehirlerde şirketleri varmış. Arkadaşı, dostu, yakını olmayanlarla, sevilmedikleri için cenazede cemaat sıkıntısı çekenlerin sorununu, bu şirket çözüyormuş. Ellerinde mendillerle hemen gönderiyormuş şirket 10-15 kişilik ekibini…

Elemanlar cami avlusundan cenaze defnedilinceye kadar durmadan ağlıyorlarmış… Bazısı klasik, bazısı makamınla, bazıları da hüngür hüngür…

Tanrım bu fıkrayı yazdığım için “günah yazar mı?” diye bir tedirginliği yaşarken mezarlıklarda ‘altın diş’ için ortalığı talan eden, ölüye mezarında bile rahat vermeyenler geldi aklıma… Gece karanlığında elinde fener, kazma, kerpeten…

Beyaz hayaletlerden, ak sakallı cüce dedelerden korkmayan bir insan daha neler yapmaz ki!..

Bırakın makamınla veya klasiği, paranın sesini duymasın; döğünerek de ağlar, kafasını duvara vura vura da… Aynen ‘Kuzey Kore Diktatörü Kim Jong’un’ öldü haberi duyulduğunda ağlarken kendini paralayan rütbeli asker ve yalaka bürokratları gibi…

***

Sonsöz:

Yaşadığımız çağda çok para, mal-mülk ve daha iyi bir yaşam hırsıyla kutuplaştı insanlar… Mazlumlar bir tarafa… Hoyratlar bir tarafa!..

Yalanlarla, düzenbazlıklarla kurulan o görkemli hayatların sahipleri onurlarını ve şahsiyetlerini korumak için değil, rantlarını korumak için kavga ediyorlar.

‘Üçkağıtçı’ diye tanınmak hiç kimsenin umurunda değil!.. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmiyoruz.

Haksızlığa uğrayanların haline üzülen, vicdanı sızlayan, yapanları kınayan bir toplum vicdanı da yok.

Mutluluk ve stresten kurtulma kitaplarının yazarları sıkıntılı günlerinizde “Ya hastane kapısı önünde bir yerde oturun ya da mezarlık içerisine girip, uzun uzun düşünün.” tavsiyesinde bulunuyorlar.

Bütün bu olanları bitenleri izledim, gözledim ve değerlendirdim:

Artık ne mezarlıklar ne de hastanelerin acil servis görüntüleri insanları fazla etkiliyor. Gözüdoymaz, kötülük tiryakileri yoksulun lokmalarını saymaya devam ediyor.

2014’ün temiz bir yıl olması dileklerimle…

Sevgiyle kalın…