HABER MERKEZİ

99. yaşını kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin Tapu Senedi Lozan Antlaşması; ülkemizin sınırlarını Misakı Milli kararlarına göre dünyaya kabul ettirmiş olması yanında, 1699 Karlofça’dan 223 yıl sonra masadan başı dik kalktığımız tek antlaşmadır. (1739 Belgrad Antlaşması çok küçük toprak kazançları sağlamış ise de 35 yıl sonra tarihe gömülmüştür.)

Öte yandan Lozan, hükmünü bir asır boyunca sürdüren (ilelebet de sürdürecek olan) ender uluslararası antlaşmalardan biridir.

Lozan Zaferimiz’in en önemli yönü ise; Türk Ulusu’nun İstiklâl Savaşı’nda gerçekte kimlerle savaştığını, “yenilemez” denilen emperyalist cephenin yenilgiyi kabul etmesini ve Türk yurdunu işgale memur edilen Yunanistan’ın emperyalizmin piyonu olarak savaşa sürüldüğünü resmen belgelemiş olmasıdır.

Aynı zamanda Lozan; Osmanlı Devleti’ni 400 yıl ekonomik esarete sokan kapitülasyonlara son veren, siyasal bağımsızlığın ancak ekonomik bağımsızlıkla tam olarak sağlanabileceğini vurgulayan, bu anlamda ezilen uluslara da yol gösteren tarihin en önemli belgelerindendir.

 LOZAN ÖNCESİ ULUS EGEMENLİĞİNİN TESCİLİ ! 

İşgalciler ve iş birlikçilerinin 9 Eylül 1922 günü İzmir’den denize dökülmesinden sonra 10 gün içinde Anadolu hızla emperyalist çizmesinden temizlenmeye başlandı. Telaşa kapılan emperyalistler derhal silah bırakma çağrısında bulundular. Bursa’nın Mudanya ilçesinde 3 Ekim 1922’de başlayan ateşkes görüşmelerinin yapıldığı tarihi binadaki küçük masada İsmet Paşa’nın karşısında 3 emperyalist ülkenin temsilcileri vardı; İngiltere, Fransa ve İtalya… Bu, Ulusal Kurtuluş Savaşımız’da gerçekte kimlerle çarpıştığımızın somut göstergesidir. (Bu tarihi tablo Mudanya Mütareke Evinde görülebilir). Masada temsil edilmeyen iki heyetten biri emperyalist devletlerin piyonu Yunanistan, diğeri de Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını idama mahkum eden İstanbul Hükümeti temsilcileriydi. Yunanistan temsilcileri Mudanya açıklarındaki İngiliz gemisinde kendilerine verilen görevi yerine getirememenin ezikliği içinde bekliyorlardı. “Yunan Ordusu Halife Ordusudur” diyerek vatanın işgalini kolaylaştırmaya çalışmış hain Padişahları yurdundan kaçmanın telaşına düşmüş Osmanlı temsilcileri ise, tabii ki yoktular.

11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi’nin hemen ardından İtilaf Devletleri Lozan’da toplanacak Barış Konferansı için TBMM hükümetine çağrıda bulundular. Ama bir çağrı da İstanbul hükümetine gönderdiler. Böylelikle, hem galip Ankara’nın gücünü azaltmayı, hem de Türkiye’de iki ayrı hükümet tanıdıklarını kabul ettirmeyi planlamışlardı. Türk Ulusu bir kez daha tarihi bir kararın eşiğine gelmişti. Kemalistler ya ulus egemenliğine sahip çıkacak ya da emperyalistlerin tuzağına düşüp Ulusal Kurtuluş Savaşı Zaferi’ni elleriyle İstanbul’un hain Sultanı ile efendilerine teslim edeceklerdi. Elbette gereğini yerine getirdiler. 1 Kasım 1922 günü TBMM’de aldıkları büyük bir kararla saltanatı kaldırarak ilk devrimi gerçekleştirdiler. Meclis’teki ortak komisyon toplantısında tartışmaların Saltanat yanlıları tarafından kasten uzatıldığını ve kafa karışıklığı yaratılmaya çalışıldığını gören Mustafa Kemal Paşa önündeki sıranın üzerine fırlayarak şu tarihi konuşmayı yaptı:

“Efendiler; egemenlik, hiç kimsece, hiç kimseye, bilim gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla verilmez. Egemenlik güçle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları Türk ulusunun egemenliğine zorla el koymuşlardı. Bu yolsuzluklarını 600 yıl boyunca sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk ulusu “artık yeter” diyerek, bunlara karşı ayaklanıp egemenliğini eylemli olarak eline almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan ulusa egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız, sorunu değildir. Sorun zaten olupbitti durumuna gelmiş bir gerçeği açıklamaktan ibarettir. Bu, ne olursa olsun yapılacaktır. Meclis ve herkes sorunu doğal bulursa, sanırım ki uygun olur. Yoksa gerçek yine yöntemine göre saptanacaktır. Ama ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”

Bu devrimci kararın ardından Türk Ulusu’nun tek temsilcisi olarak Lozan’a giden İsmet Paşa başkanlığındaki Ankara Hükümeti temsilcileri güçlü bir irade ortaya koydular. İngilizlerin liderliğindeki emperyalist cepheyle çok çetin geçen konferansta en büyük tartışma konusu kapitülasyonlar ve Osmanlı borçları oldu. Hatta bu nedenle bir ara kesilen görüşmeler nihayet 8 ayın ardından tamamlandı ve 24 Temmuz 1923 günü -Musul ve Boğazlar konusu sonraya bırakılmak üzere- bütün Türk tezleri kabul edilerek antlaşma imzalandı. Bu durum emperyalist ülkelerin temsilcilerini hiç memnun etmedi. Nitekim görüşmelerden yıllar sonra 15 Ekim 1973 tarihinde İsmet İnönü TRT’de yapılan bir söyleşide şunları anlatacaktı:

“Lozan’da İngiliz Delegesi Lord Curzon ve Amerikan Delegesi ile oturuyorduk. Lord Curzon ‘Lozan’dan memnun ayrılmıyoruz. Hiçbir dediğimizi yaptıramadık. Harap bir memleket devralıyorsunuz. Bunu imar etmeyecek misiniz? Neyle, nasıl yapacaksınız? Para bir bunda (Amerikan delegesini işaret etti), bir de bende var. Geleceksiniz, para isteyeceksiniz, diz çökeceksiniz, reddettiklerinizin hepsini bir bir cebimden çıkarıp önünüze koyacağım.’ demişti. Bu konuşmamızı hiçbir zaman aklımdan çıkarmadım.”

Evet; Kemalist Devrimciler emperyalistlerin bu sözlerini hiç akıllarından çıkarmadılar, hiç para istemediler, hiç diz çökmediler. Onlar; kurdukları Devleti namus ve ahlâkla, akıl, bilim ve liyakatla yöneterek tamamen milletin gücüyle 15 yılda uçak üretip ihraç eden bir sanayi ülkesi yaratmayı ve Türkiye’yi dünyanın kendini doyurabilen 7 ülkesinden biri yapmayı başardılar.

ATATÜRK YOLUNDAN AYRILMANIN GETİRDİĞİ…

 72 yıldır önce İngilizler, ardından ABD ve yancıları yaşadığımız her ekonomik bunalımda Lozan’da ceplerine attıkları bu reddedilmiş maddeleri teslimiyetçi iktidarların önüne koydular, koyuyorlar.

Emperyalistler yıllardır bizden, Lozan’ı rafa kaldırıp 10 Ağustos 1920’de Osmanlı’ya imzalattıkları Sevr paçavrasını kabullenmemizi istiyorlar. Uluslararası toplantılarda her fırsatta ya “yanlışlıkla” Sevr ya da 21. yüzyıl versiyonu -hani şu övünçle eş başkanlığına soyunulan- BOP haritasını karşımıza çıkarıyorlar.

Lozan’ın yaşamsal önemine, BOP tuzağına dikkat çeken yurtseverler “paronayak” damgası ile karalanır ya da düzmece iddianamelerle yargılanırken, Fesli Kadir gibi “Keşke Yunan kazansaydı” diyebilen -yazık ki, devlet katında da kabul gören- emperyalizm iş birlikçisi, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı gericiler Lozan’ı “hezimet” olarak ilan ediyor. En yetkili ağızlar, hem de Yunanistan ziyaretinde, “Lozan’ı tartışmaya açma” gafletine düşüyor. Fısıltı gazetelerindeki yalanları ile yetinmeyen profesör unvanlı kimi çakma tarihçiler artık açık açık TV kanallarında “Lozan’ın gizli maddeleri” masalları anlatıyor. Lozan’ı itibarsızlaştırma ve ülkemizi bölme çabaları aralıksız sürdürülüyor.

TARİHİN GÖR DEDİĞİ…

Tarih bilimdir, asla nankör değildir, hükmünü vermiştir:

Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedidir.

Maddeleri kanla yazılmıştır, hiçbir güç değiştiremez.

Lozan’ı tartışmaya açmak, Sevr paçavrasına ve türevi emperyal planlara boyun eğmektir.

Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Ulusu var oldukça Lozan Antlaşması da var olacaktır.

Ne yüzüncü yılında ne de gelecekte değişecek, yürürlükten kalkacak gizli maddeleri vardır.

Nokta!

 ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ; Türkiye Cumhuriyeti’ni olduğu gibi, Tapu Senedi’ni de sonsuza dek korumayı, bu tarihi zaferi Ulusumuza kazandıranlara saygısızlık edenlerle olanca gücüyle mücadele etmeyi görevi saydığını kamuoyuna saygı ile duyururken değişmez önderimiz Atatürk’ü, Lozan’ın bilge diplomatı İsmet İnönü’yü, Kuvayı Milliye Kahramanlarımızı ve bu toprakları vatan yapan aziz şehit ve gazilerimizi bir kez daha minnetle, şükranla, saygıyla anmaktadır.

Lozan Antlaşması’nın 99. yılı kutlu olsun!