Trakya Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Engin Beksaç, Enez Ayasofya Kilisesi ile ilgili son günlerde yerel basında yer alan tartışmalara katılarak, konuya başka bir boyut kazandırdı. Beksaç, binanın arkeolojik kimliği nedeniyle müze olarak değerlendirilmesi gerektiğini ancak, müze olarak düzenlenmesinin zorluğundan dolayı binanın en iyi biçimde imarı ve ayakta kalabilmesi için en uygununun camii olarak teçhiz edilmesi olduğunu belirtti.

Yapı hakkında bilgi veren Beksaç, “Enez Ayasofyası olarak adlandırılan yapının Trakya Bizans Mimarisi açısından önemli bir yeri vardır. Yapı Plan özellikleri kadar, diğer mimari hususiyetleriyle de dikkat çekmektedir.

Aslında yapının Geç Devir Bizans Mimarisi'nin ilginç bir örneği olduğu daha ilk bakışta anlaşılmaktadır.  Genel olarak 12. yüzyılda yapılmış olduğu kabul edilmektedir.  Binanın bir çok özelliği bu tarihlemeyi doğrular niteliktedir.

Öncelikle bir Ortodoks Kilisesi olarak yapılmış olan yapı 14. yüzyılın ikinci yarısından sonra Enez'i yönetmeye başlayan Cenevizli Gattolussio Ailesi'nin yönetimi sürecinde Bir Katolik Kilisesi olarak kullanılmış. Özellikle de Avrupa geleneğine uygun olarak bir katedral görevini ifa etmiştir.

MALİYET GEREKTİREN BİR ÇALIŞMA

1456 da Enez'in Osmanlılar tarafından feth edilmesinden sonra cami olarak tesisi edilmiş ve yüz yıllarca bu işlevini korumuştur.  Önemli fay hatlarına yakın olan Enez'in 1965’te geçirdiği bir depremde örtü sistemi yıkılan yapı o tarihten bu güne kadar harap vaziyette kalmıştır.

Şu andaki haliyle yapı oldukça hasarlı olup, örtü sistemini nerdeyse tümüyle kaybetmiş durumdadır. Aslında bu şekliyle tamir ve tadilatı da hayli zor ve uzun soluklu bir çabayı gerektirmektedir.  Bu da önemli ve külliyetli bir maliyeti gerektiren bir çalışmayla gerçekleştirilebilecektir.” dedi.

Binanın, ne şekilde değerlendirilmesi gerektiğine değinen Prof. Dr. Engin Beksaç, şunları söyledi:

“Bu binanın tamir ve tadilatı kadar kullanımı da hayalperestlerin ve palavralarla ortalığı karıştırmak isteyenlerin işi değildir. Binanın yapım masraflarını da ancak ciddi kuruluşlar karşılayabilecektir. Aslında bu yapı Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün gözetiminde olan bir eser olması sayesinde, bu kuruluş tarafından sağlanan ödeneklerle tekrar ayağa kaldırılabilecektir.

YAPI NASIL DEĞERLENDİRİLMELİ?

Yapı aslında - bazı hayalperestlerin düşündüğünün aksine - arkeolojik bir eser olduğu için arkeolog ve sanat tarihçilerin gözetiminde yapılacak çalışmaları gerektirmektedir. Fakat son yıllarda ülkemizde yeni bir moda çıktı. Bu modaya göre kendilerini işin uzmanı olarak lanse etmeye çabalayan bazı başka branştan iş sahipleri para kazanmak uğruna tüm restorasyon işlerini üstlenmeye çabalıyorlar. Bu nedenle de yapılan işler tam bir fiyasko olarak sonuçlanıyor.

Bir başka tehlike daha var. O da bir çok hayalperest ve ilgisiz insanın kendilerinin reklamını yapmak ve para kazanabilmek için bu işlere karışmaya ve yönlendirmeye kalkması. Ne yazık ki bu olgu şu anda Enez için en büyük tehlike.  Aslında bu insanların işi ehil ellere ve uzman kişilere bırakması zorunlu. Fakat gördüğüm kadarıyla bazı kimselere gerçeği anlatmak çok zor olacak. Fakat bu şahısların bertaraf edilerek gerekli çalışmaların yapılması sonucu binanın ayağa kaldırılacağına inanıyorum

Binanın değerlendirilmesine gelince. Bu bina arkeolojik bir eser.  Orta Çağ Arkeolojisi veya Bizans Arkeolojisi diye bilinen alanın tipik bir örneği. Bu alan da aslında hayalperestler ve bireysel reklamını yapmak isteyenlere pek ehemmiyet vermeyen ciddi bir sahadır.

Bu Orta Çağ Arkeolojisi aslında Sanat Tarihi disiplininin kapsamında kalır. Özgün çalışma teknikleri vardır.  Hayalperestlerin sanrıları ve yakarışlarıyla iş görmez.

Binanın arkeolojik kimliği onun müze olarak değerlendirilmesini gerekli kılar. Fakat mevcut şartlar ve yasalar nedeniyle bu konu sözlerle ifade edildiği gibi kolay bir iş değildir.  Aslında bu tür binaların imarı ve işletme hakkına haiz olan Vakıflar Genel Müdürlüğü de müzeler idaresi değildir. 

MÜZE OLARAK KULLANIMA AÇILMASI ÇOK ZOR İŞLEMLERİ GEREKTİRİR

Binanın en iyi biçimde imarı ve ayakta kalabilmesi için en uygun olan bir camii olarak teçhiz edilmesidir.  Bu cami oluşumu, bazı art amaçlı kişilerin idealarının aksine yapının müze kimliğini ortadan kaldırmadığı gibi, bu kimliği en güzel biçimde destekleyecektir.

Yapının müze olarak kullanıma açılması genellikle çok zor işlemleri gerektirmektedir.

Politik ve maddi çıkarları uğruna konuyu çarpıtmak isteyen bazı kişilerin gizli amaçlarının ve bu amaçla verdikleri demeçlerin de aslında pek ciddiye alınacak bir tarafı olmadığını yıllardan beri edindiğimiz deneyimler sayesinde biliyoruz.  Bu tip kişilerin öneri ve kışkırtmalarının da konuya bir katkısı hiç olmamış, bu tip eylemler sadece işlerin gecikmesine neden teşkil etmiştir.

Binanın kilise olarak ibadete açılması konusu ise mevcut şartlarda tamamen ortalığı karıştırma amaçlı bir planın parçasıdır. Bu öneriyi getirenlerin geçmişlerinin araştırılması işin gerçeğini çok güzel gösterecektir.”

Yerel gazetelerde bu konuyla ilgili verilen demeçlerde şahsına dönük yapılan değerlendirmeler konusunda da görüş belirten Beksaç, sözlerini şöyle tamamladı:

“Çok güzel bir atalar sözümüz vardır,  'Meyve Veren Ağaç Taşlanır' diye. Olay bu dur.  Bu güne kadar bana karşı çıktığını ve eleştiri yaptığını sanarak tatmin olan kişilerin büyük bir çoğunluğu ve hatta tümü, akademik olmayan çevrelerden geliyor.  Kendi şahsi hırsları nedeniyle hayatlarının belirli bir döneminde yenilgiye uğramış veya gelecekte kesin yenilgiye doğru giden kişiler bunlar. Pek çoğunun da yetersiz eğitim seviyeleri ve toplum dışı kimlikleri hemen seçiliyor. 

Akademik çevreler ile bağıntılı denebilecek kişileri de tümü orada veya bura yenilgiyi tatmış kişiler. Bu nedenle de hınç dolu ve işlevsiz kişilikler.

Anlaşılacağı gibi,  çay kaşığında fırtına kopartmaya çalışan bu insancıkların ciddiye alınabilecek bir kimlik ve kişilikleri de yok.

Yazdıklarını okuyup, söylediklerini duyduğum zaman çok eğleniyorum.”