SONGÜL KONAR

Avukat Nilüfer Erk Oğuz da çocuk istismarı ile mücadele kapsamında yapılması gerekenlerle ilgili bilgilendirmelerde bulunurken, suçlara verilecek cezaların çok önemli olduğunu, fakat cezalardan daha önemli olanın, suçların engellenmesi için yapılacak çalışmalar olduğunu dile getirdi. Erk Oğuz, İstismarın bir hastalık olduğunu, hastalıkların ise tedavisinin olduğunu ifade etti.

“İSTİSMAR VAKALARINDA %700’LÜK ARTIŞ GÖRÜLDÜ”

Nilüfer Erk Oğuz, Türkiye’de son on yılda çocuk istismarında %700’lük bir artış görüldüğünü belirterek, açıklamasına şöyle başladı: “Son verilere göre ülkemizde çocuk istismarı vakalarında %700’lük bir artış görünüyor. Bu saptama elimizdeki verilere göre tabi ki. Daha verilere geçmemiş, tespit edilmemiş, örtbas edilmiş birçok vaka olduğunu bizler maalesef biliyoruz. Nereden biliyoruz? Sivil Toplum Kuruluşlarından, Tabipler Birliğinin kayıtlarından biliyoruz. Dünya Sağlık Örgütü verilerinden biliyoruz. Bu artışın son on yılda olduğunu da biliyoruz. Adeta bir bulaşıcı hastalığın yayılması gibi önlenemez bir şekilde artıyor istismarlar. Bu durum artık ülke geneline yayılmış durumda. Bu son derece acı verici bir şey.”

“SANIYORUZ Kİ BİZİM ÇOCUĞUMUZUN BAŞINA GELMEZ

Adli tıp raporunu inceleme fırsatı bulduğunu dile getiren Erk Oğuz, açıklamasına raporun, vatandaşın diline uyarlandığı takdirde kan donduracağını belirtti ve şöyle devam etti: “Kısaca çocuk istismarı diyoruz değil mi? Ama bu ruhen ve bedenen bir çocuğu bitiren bir şey. Bu istismar kelimesinin içeriği tahminimizin çok üzerinde anlamlar taşıyor. Adli tıp raporlarını çoğumuz görmüyoruz fakat bir çocuk istismarı vakasında bu raporları şöyle vatandaşın kullandığı dile uyarlasak, inanın kanımız donar. İnsanlığımızdan utanırız hatta ölmek isteriz. Sanıyor musunuz ki sadece kız çocukları istismara uğruyor? Erkek çocuklarımız da hemen hemen aynı oranda istismara maruz kalıyor. Bunların bir kısmı ölümle sonuçlanıyor. Bir kısmı ise hayatını kurtarabiliyor fakat kurtarılan çocuk yaşayan bir ölüye dönüşüyor. Adli tıp raporlarına baktığımızda iç organların parçalandığını görüyoruz. Bütün vücudun iltihap kaplandığını görüyoruz. Tedavilerinde kullanılan ilaçların da bir takım yan etkilerinin olması sebebiyle başka organlara zararlar geldiğini, vücutta yara bere iç ve dış kanamalar olduğunu görüyoruz. Bu vahşeti tabi ki kelimeleri çok iyi seçmeye çalışarak, en anlaşılır dilde ifade etmeye çalışıyorum. Ama bu raporlara baktığımızda kanımız donuyor. Artık ne söyleyecek sözümüz kaldı, ne de akıtacak yaşımız kaldı. Ve sanıyoruz ki bizim çocuğumuzun başına gelmez. Hayır. Herkesin başına gelebilir.”

“YARGILAMALARIN ÇOK UZAĞINI GÖRÜYORUZ”

Nilüfer Erk Oğuz, Verilen cezaların vatandaşın vicdanını rahatlatmaya yetmediğini, kamu vicdanının yaralı olduğunu, kamu vicdanının kanadığını belirterek, “Gereken cezaların verilmediği konusunda halk vicdanı da rahat değil. Halkın vicdanı yanılmaz. Ceza hukukunda da cezalandırılmanın asıl amacı mağdurun hakkını korumak ve kamu vicdanını rahatlatmaktır. Demek ki verilen cezalarla kamu vicdanı rahatlamıyor. Kamu vicdanı yaralıdır. Kamu vicdanı kanamaktadır. Adalet vicdan demektir. Evrensel hukukun temelinde insan sevgisi hayvan sevgisi doğa sevgisi ve vicdan vardır. Hukuk bu kavramlar üzerinden yol alır. Bu bağlamda yargılamaların çok uzağını görüyoruz. Uzayan yargılamam mağdura ve ailesine mağduriyet katıyor. Geç gelen adalet, adalet değildir. Bu yargılama süreci çocuğun mağduriyetine mağduriyet katıyor. Bu tarz istismar olaylarında olay uzatılmamalı ve verilecek en üst ceza olan ağırlaştırılmış müebbet hapsin verilmesi ve bir takım kimyasal müdahalelerin uygulanması kanaatindeyim. Bu bir bulaşıcı hastalıktır ve bu hastalıkla mücadele sadece hukukçuların değil, tüm ilgili meslek gruplarının da görevidir.” dedi.

“BİZ BUNU MEMLEKET MESELESİ OLARAK GÖRMEK ZORUNDAYIZ”

Açıklamasına çocuklarını koruyamayan bir milletin, geleceğini de koruyamayacağını dile getirerek devam eden Erk Oğuz, “Biz suçu önleyemiyoruz. Biz çocuklarımızı koruyamıyoruz. Çocuklarını koruyamayan bir millet geleceğini de koruyamaz.  Bu ülke böyle giderse, en az 50 yılımızı çöpe atmak üzereyiz. Siyasiler sürekli didişmeyi bir kenara bırakıp bu sorunları artık görmelidir. Bu ülkenin sadece iç dış ilişkiler, terör ve ekonomi gibi sorunları yok. Bu ülkenin ciddi sosyolojik sorunları da var. Biz bunu memleket meselesi olarak görmek zorundayız. Tüm meslek grupları olarak aynı yere vurabilmeli ve asla siyasileştirmeden mücadele etmek zorundayız. Suçun önüne geçmek zorundayız. Bunun bir hastalık olduğu idrak edilmelidir. Bu ülke cüzzamla, veremle mücadele etti. Bunun da bir hastalık olduğu tüm meslek grupları tarafından görülmek zorundadır. Saha çalışmaları yapılmalıdır.” şeklinde konuştu.

“BU BİR HASTALIKSA, MÜCADELE ŞARTTIR”

Nilüfer Erk Oğuz, kayıtlara geçmeyen, örtbas edilen verilerin de olduğunu hatırlatırken, çocuk istismarının bir hastalık olduğunu ve ceza verilmesi kadar, önlem alınmasının da önemli olduğunu hatırlattı ve şunları söyledi: “Bugün bu evladımızı konuşuyoruz, yarın başka bir evladımızı konuşacağız. Biz bunları konuşurken, kayıtlara geçmeyen konuşulmayan vakalar da olacak. Biz bu suçları cezalandırarak geçtiğimiz sürece cezayı verir geçeriz, fakat bu cezalar yeni vakalar olmayacağı anlamına asla gelmez. Önemli olan bu vakaların önlenmesi için yapılacaklardır. Suça meyilli kişilerin engellenmesi cezanın verilmesi kadar önemlidir. Daha önce bu tür vakaların olduğu ülkelerin bununla nasıl mücadele ettiklerini incelemeliyiz. Ceza kadar önemli olan cezanın engellenmesi için yapılacak her türlü çalışmalardır. Önlemlerdir. Bu bir hastalıksa, mücadele şarttır. Diyelim ki veremin tedavisi var. Verem aşısını yapma bakalım ne olacak? Ceza da bunun gibidir. Ceza vermek yeterli değildir. Önemli olan iyileştirmektir. Biz çocuklarımızı hep birlikte ruhen ve bedenen öldürüyoruz. Bu hastalıkla mücadele etmek hepimizin görevidir.”

“GİT, BUL, YAKALA, CEZASINI VER, ÖNLEMİNİ AL”

Bu tarz istismar suçlarıyla mücadele kapsamında yapılması gereken şeyleri sıralayarak devam eden Erk Oğuz, açıklamasını şöyle sonlandırdı:“Bu önlemler kapsamında tabi ki ailelere de büyük görev düşüyor. ‘Aileler çocuklarına sahip çıksaydı böyle şeyler yaşanmazdı’ söylemine de son derece karşıyım. Öyle bir şey yok. Bakınız, mevcut vakalar incelendiğinde, istismarın en yakınlardan geldiğini görüyoruz. İstismarcılar, aile üyeleri, yakın akrabalar, yakın komşulardan oluşuyor. Çocuk, vakaların %90’ında istismarcısını tanıyor. Kimi kimden koruyacaksınız? Bu yorumu kabul etmiyorum. Her anne baba çocuğu için özen gösterir. Dünya artık daha tehlikeli bir gezegen oldu. Bu her ülke için geçerli. Çocuklarımızı mecbur kalmadan komşuya bırakmayacağız. Mümkün mertebe son çare bunu yapmalıyız. Bu bir önlem sayılabilir. Maalesef bunu üzülerek söylüyorum. 0-6 yaş grubu çocukların sosyal medyada fotoğraflarını paylaşmamalıyız. Tabi ki bunu söylediğim için üzülüyorum ama bu suçu tetikliyor. Hatta 12 yaşına kadar çocuklarımızı süsleyip püsleyip sosyal medyada paylaşmamalıyız. Emniyet ve siber suçlarla mücadele ekipleri, internette çocuklar ile ilgili yayınlanan olumsuz içerikli görüntülere tıklayan kişileri kolaylıkla tespit edebilir. Bu kişiler bu görüntüleri izliyorsa, tıklıyorsa, bu tarz suçlara eğilimli olduğu çok rahat bilinir. Dolayısıyla bu kişilerin tespiti ve gerekli tedavilerinin yapılması, zor bir iş değildir. En acı gerçek şu ki, çocuk pornosu ile ilgili yayın yapan sitelere en çok tıklayan ülkeler arasında maalesef Türkiye var. Bu kişilerin tespitinin yapılması büyük bir önlemdir. Git, bul, yakala, cezasını ver, önlemini al. Olay bu kadar basittir. Artık nasıl bir mücadele, nasıl bir tedavi olacak? Onu da devlet bilir. Onu da doktorlar bilir. Hem cezasını ver, hem tedavisini yap. İstismar neden yükleniyor? Çünkü önlem alınmıyor. Kısacası tüm meslek grupları el ele vererek, bu toplumsal sorun ile mücadelede el birliği ile çalışmalıdır.”