Erk Oğuz: “Hukuk ve yüreğimiz kan ağlıyor”

Arhatır: “Karanlık bir dönemden geçiyoruz”

SONGÜL KONAR

İstanbul Sözleşmesi’nin fesih edilmesi hakkında, Avukat Nilüfer Erk Oğuz ve CHP Keşan Kadın Kolları Başkanı Nermin Arhatır’ın görüşlerini aldık.

ERK OĞUZ: “ANAYASAMIZIN 90. MADDESİ’NİN EMREDİCİ HÜKMÜNE RAĞMEN FESHEDİLDİ”

İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine tepki gösteren Erk Oğuz, “Sözleşme, meclis tarafından oy birliğiyle kabul edilmişti ve 2012 yılında ilk imza koyan ülkelerden biriyiz. İmzaya açıldığı İstanbul’un adıyla anılan İstanbul Sözleşmesi, Anayasamızın 90. Maddesi’nin emredici hükmüne rağmen feshedildi. Kadınlarımızın her gün şiddete ve istismara maruz kaldığı, son 10 yılda kadın cinayetlerinin 10 kat arttığı ülkemizde, gece yarısı bir kararnameyle sözleşmenin feshedildiğini görüyoruz. Hukuk ve yüreğimiz kan ağlıyor. Fakat yılmayacağız ve haklı mücadelemiz devam edecektir. İstanbul Sözleşmesi, sadece yasa hükmünde değil; Anayasa hükmündedir” dedi.

ERK OĞUZ: “ULUSLARARASI SÖZLEŞMEDEN ÇEKİLDİĞİMİZDE, ULUSAL YASALARIMIZI DA, TEKRAR DEĞİŞTİRİP GERİ GİTMİŞ OLACAĞIZ”

İstanbul Sözleşmesi hakkında bilgilendirmede bulunan Nilüfer Erk Oğuz, şunları söyledi: “Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belgedir. Kanun hükmündedir. Kadınları, çocukları, aile bireyleri ve ısrarlı takip mağdurlarını şiddetten korumayı amaçlar. Bu sözleşme; önle, koru, kovuştur ve politika üret olmak üzere 4 ilkeye dayanmaktadır. Sözleşme; şiddet faillerinin eğitim, tedavisi ve sığınma evlerinin kurulması, şiddet mağdurlarının psikolojik danışmanlık, maddi yardım, konut ve iş bulma, ücretsiz adli yardıma kadar bir şeyi kapsıyor. İstanbul Sözleşmesi, devletin tüm kurumlarını kadın ve çocuğun zarar görmediği bir toplum için seferber etmesi demektir. Böyle bir sözleşmeden geri çekilmenin anlamını çözemiyorum. Sözleşmeye imza koyan her ülke için hukukundaki yasa maddeleri de, İstanbul Sözleşmesi’ne uygun şekilde revize edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, 2012 yılında bu sözleşmeye imza koyarak, kendi iç hukukunu uluslararası sözleşmeye uygun hale getirmeye çalıştı. Uluslararası sözleşmeler, meclisin onayına sunulur ve geçtikten sonra yasa hükmünde olur. Sözleşme, meclis onayıyla çıkmıştı ama bunun bir kararnameyle kaldırılmasının usulen doğru olmadığı kanaatindeyim. Uluslararası sözleşmeden çekildiğimizde, ulusal yasalarımızı da, tekrar değiştirip geri gitmiş olacağız. Sözleşme öncesi kadın ve çocuklarımız kazanmış oldukları haklarını kaybederse ne olacak? Kazanımların kaybedilmesinin önünü açılmış oluyor. Çünkü bağlı olduğumuz uluslararası sözleşme yok. Bu ülkede her gün 3 kadın vahşice katlediliyor. Böyle bir ortamdayken, neden bu sözleşme feshediliyor?”

ERK OĞUZ: “BU YOLU GERİ Mİ DÖNECEĞİZ?”

Sözleşmenin feshedilmesinin ne anlam ifade ettiği hakkında konuşan Nilüfer Erk Oğuz, sözlerini şöyle tamamladı: “Sözleşme; şiddetin doğmasına sebep olan tüm unsurlarla mücadele etmeyi amaçlıyordu. İmza atan ülkeleri sorumlu tutuyordu. Şimdi bu imzadan çekildiğimizde, devletin şiddetin doğmasına neden olan unsurlarla mücadele etme ve önleme gibi bir sorumluluğu kalmamış olacak. Şiddet mağdurlarını etkin biçimde koruma sorumluluğum yok denilebilir. Kovuşturma yöntemleri değiştirilebilir. Yasalarımızı, 2000’li yılların başından itibaren revize ederek geldik. Bu konuda ciddi bir yol kat ettik. Bu yolu geri mi döneceğiz? Devleti bağlayıcı uluslararası bir sözleşme kalmamış oluyor.”

ARHATIR: “İSTANBUL SÖZLEŞMESİNE, EN FAZLA İHTİYAÇ OLUNDUĞU BU DÖNEMDE BU ANİ KARAR KABUL EDİLEMEZ”

CHP Keşan Kadın Kolları Başkanı Nermin Arhatır gece yarısı, Resmi Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı ile Türkiye, kadın haklarını savunan ve AİHM kurallarını esas alan bir insan hakları sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesinden ayrıldığını belirterek, “Karanlık bir dönemden geçiyoruz. Şiddetin yükseldiği ve en temel insan hakları ihlallerinin sıradanlaştığı bu süreçte kadına karşı şiddet, ev içi şiddet ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin en kapsamlı tanımlamaların yapıldığı İstanbul Sözleşmesine, en fazla ihtiyaç olunduğu bu dönemde bu ani karar kabul edilemez. Erdoğan’ın Şubat 2020’de ‘Yeniden gözden geçireceğiz’ demesiyle başlayan süreç, Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesiyle tamamlandı. Bu süre zarfında kimi iktidar temsilcileri ve iktidara yakın bazı vakıf ve dernekler, sözleşmenin ‘Türk aile yapısına aykırılıklar taşıdığını’ savunmuştu. Oysa kadına yönelik şiddeti önlemede meseleyi, önleyici ve koruyucu tedbirler bağlamında bütüncül bir yaklaşımla ele alan sözleşme, Türkiye açısından çok önemlidir. Çünkü Türkiye sözleşmeyi hem ilk imzalayan hem de meclisinde ilk onaylayan ülkedir. Üstelik 2011 yılında kendi imzaladıkları bu sözleşmeyi topluma da gururla duyurmuşlardır. Son 5 yıla baktığımızda, sözleşmenin uygulanması ve bu yükümlülüklerin sağlanması açısından hiçbir yeterli adım atılmamıştır. Toplumun her kesiminden oluşan milyonlarca kadını görmezden gelemezsiniz, susturamazsınız, haklı mücadelesini hiçe sayamazsınız. Ölen kadınlar isyanımızdır ve vazgeçmeyeceğiz. Kadınların omuzlarından yükselecek mücadele ve örgütlülük ile gece yarısı operasyonlarıyla gasp edilen haklarımızı en kısa sürede geri alacağız” diye konuştu.