AYŞİN SEÇİL GEZER

Dün, 12.30 sıralarında İYİ Parti İlçe Binası’nda başlayan toplantıya İYİ Parti Keşan İlçe Başkanı Özge Kuru Tutal ve partililer katıldı.

Kuru Tutal, şunları söyledi: “8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha  iyi çalışma  koşulları  istemiyle bir tekstil fabrikasında  greve  başladı. Polisin  müdahalesi  ve  çıkan  yangın  sonucu  çoğu  kadın 129  işçi can verdi.  26 - 27  Ağustos   1910     tarihinde   Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında   ölen  kadın işçiler  anısına 8 Mart'ın   ‘Dünya Kadınlar Günü’ olarak anılması oybirliğiyle kabul edildi. Konuşamama özellikle, Kadınlar Gününün nasıl ortaya çıktığı konusunda kısa bir bilgi vererek başlamak istedim. Çünkü son zamanlarda görüyoruz ki Kadınlar Gününün de içi boşaltılıyor, televizyonlarda pırlanta reklamları, eğlence içerikli yemek organizasyonları ile ‘Kadınlar Günü’ kutlanmaya çalışılıyor. Oysaki bu gün, kadının hayatta kalma, iş dünyasına girebilme,  var olma mücadelesinin günüdür. Bizler,  İYİ Parti Keşan İlçe Teşkilatının kadın yöneticileri olarak bu 8 Mart’ta ev kadını olsun iş kadını olsun kadınlarımızın yanında olmaya; onların çalışma koşullarını, yaşam mücadelelerini görmeye;  dertlerini dinlemeye çalıştık. Gördük ki kadının yükü çok ağır. Gittiğimiz köylerde sabahın 5 inde kalkıp gözünü ahırda açan kadından tutun, evin bütün yükünü üzerine almış ev hanımına kadar, işçi olarak sabah gün aydınlanmadan evinden çıkıp gün kararınca evine dönüp bir de evinin işlerini yapmaya çalışan kadına kadar tüm kadınların işinin ne kadar zor ve kutsal olduğunu gördük. Ancak şunu da gördük ki bütün kadınların derdi ortak. Öncelikle hepsi evlatları için endişeli, evlatlarının eğitimi için, güvenliği için, sağlığı için, okulları bittikten sonra iş bulup bulamayacakları için kaygı duyuyorlar. Ardından hepsinin geçim sıkıntısı var, önceden paramızın kıymeti vardı pazara çıkınca markete gidince paramız yetiyordu, şimdi yetmiyor diyorlar. Kendileri için korkuyorlar, tacize tecavüze uğrar mıyız, kocamızdan dayak yer miyiz, bunlar başımıza gelse bizi koruyacak kimler var yoksa bize bunları yapanlar ellerini kollarını sallaya sallaya yine sokakta mı gezecek diye soruyorlar. Kadınlar, tüm zorlukları yenmeyi başarmış ama kendilerini korumasız hissediyorlar. Kadının bu gücünün iki açıdan iki farklı anlamı ve önemi var. Birincisi kadının kendi gücünü sahiplenmesi, sadece sahiplenmesi değil, fark etmesi ve bunu harekete geçirmesi. Diğer önemli şey de; Kadının güçlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması yani, fırsat eşitliğinin verilmesi; eğitimde, sosyokültürel alanda, ekonomide ve siyasette kadının önünün açılması ve bu engellerin kaldırılması. Bunların her ikisi de birlikte ilerlemeli başka türlü çözüme ulaşmak mümkün değil. Bugün dünyada erkeksi güç, güçle eş anlamlı hale geldi. Güç erkeğin gösterdiği, çatışabilen, bağırabilen, aksiyon alan, sesini duyurabilen güç olarak anlaşıldı. Oysa tarihte kadınsı güç insanlığın sorunlarına çözüm olmuş, bugün de buna ihtiyaç var. Birinci sorun haline gelen güvenlik sorununu; çatışmayla, öfkeyle, sindirerek çözmemiz mümkün değil. Birbirimizi dinleyen, karşılıklı konuşabilen, farklılıkları kucaklayabilen kadınsı gücü kullanarak dengeyi bulmamız lazım. Başarı bu dengeyi bulabilmekte. Kırıldığımız, kırılarak güçsüzleştiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Kadının gücü bu yüzden çok değerli. Türkiye'de sanırım ev kadınları, kadın nüfusunun yüzde 70’e yakını, yüzde 70 kadın kendini ev kadını olarak tanımlıyor. Kadının ekonomik özgürlüğünün olmaması, sesinin de duyulmaması anlamına geliyor. Kadının ekonomide güçlenmesi önemli. Kadınların erkeklerle eşit şekilde temsil edilmesini, şiddetin her türlüsünden korunmasını, istihdamda hak ettikleri yeri almasını, ayrımcılığı önleyecek yasaların hayata geçirilmesini ve toplumsal cinsiyet eşitliği için gereken adımların ivedilikle atılmasını sağlamak gerekir. Kadını güçlendirmek, gücünü arttırmak önemli olsa da kafi değil, erkeği güçsüzleştirmek ya da erkeği suçlamak, erkeği cezalandırmak da çözüm değil. Bu mesele çözülecekse güçlü kadınlar ve erkekler el ele, omuz omuza vererek çözülecektir. Erkeklerin de bu inisiyatifi alması, bu kanala girmesi çok önemli. İsteriz ki, ‘8 Mart Dünya Kadınlar Günü’,  ‘9 Mart Dünya Kadınlar Dünü’ olmasın! Abi, baba, aile toplum, devlet gibi birçok unsur kadının aleyhine işlerken hala ayakta kalabilen bu güçlü kadınların Farkındalık günü olsun!” dedi.

İYİ Parti Dünya Kadınlar Günü’nü kutladı

BİZ ATATÜRK KADINLARIYIZ

Özge Kuru Tutal’ın ardından sözü İYİ Parti Hukuk İşlerinden Sorumlu Başkan Yardımcısı Av. Belgin Şehirli aldı.

Şehirli, “Erkeklere ilk öğüdü, ilk eğitimi veren ve onun üzerinde ilk analık nüfuz ve tesirini kuran kadınlar. Kadınlar günü bizim ülkemizde hele de bulunduğumuz şartlar içinde kutlamadan daha fazlası olmalıdır. Kadın sorunlarının ve kadın insan haklarının dile getirildiği, toplumda kadın sorununa ilişkin bilincin ve farkındalığın oluşturulmaya çalışıldığı bir gün olmalıdır.

Kadın sorunları denince akla ilk önce şiddet geliyor. Kadının şiddete maruz kaldığı tüm dünyanın ve bu toplumun gerçeğidir. Şiddete maruz kalan kadın neler yapmalı? İlk yapılacak şey, kadının ve toplumun şiddete bakış açısını değiştirmek. Çünkü bizim kadınımız ve toplum olaya; ‘Kol kırılır yen içinde kalır, dört duvar arasında olan orada kalır, kocamdır, döver de sever de, her ailede olur böyle şeyler’ olarak bakıyor. Hiçbir insan, başkasından gelen şiddeti hak etmez. Hiç kimsenin buna hakkı yoktur. Bu bilince ulaşmak gerekir. Kendi çocuğunuza dahi el kaldırmak, şiddet uygulamak çağdışıyken bir kadına/eşine bunu yapabilen ruh hali keskin bir şekilde sorgulanmalı ve yargılanmalıdır. Bütün bunlara rağmen kadın şiddet görüyorsa, yapacağı iki şey var; Ya hastaneye veya sağlık ocağına başvurarak kendi imkanlarıyla rapor almalıdır, ya da savcılığa veya karakola giderek kendisine derhal rapor aldırılmasını istemelidir. Karakol veya savcılık, hastaneye gönderir ve raporu alınır. Bu raporlar, şiddet uygulayanı cezalandırmak için gerektiği kadar, istendiğinde boşanma davası açmak ve kusuru ispatlamak, maddi ve manevi tazminata hak kazanmak açısından da çok önemlidir. Aynı çatı altında yaşayan aile bireylerinden birinin şiddete maruz kalması ve şikayetçi olması halinde, gerekli önlemler alınmaktadır. Bu işlemin herhangi bir masrafı ve harcı da yoktur. Savcılık, Aile Mahkemesi Hakimini durumdan haberdar eder. Aile mahkemesi hakimi de kanunda sayılan tedbirlerden birini veya bir kaçını uygular. Bu tedbirlerle, evden uzaklaştırabilir, telefonla rahatsız etmesini yasaklayabilir, silahını teslim alabilir, alkol veya uyuşturucu kullandığında eve gelmemesine ilişkin tedbirler alabilir. Hatta şiddet uygulayanın bir sağlık kuruluşuna muayene ve tedavi için gitmesine dahi karar verebilir. Bu kanuna aykırı davranışlar, hapis cezası ile cezalandırılır. Ekonomik gücü yetersiz olan kadın, barodan kendisine ücretsiz avukat tayini isteyebileceği gibi, adli müzaheret kurumu ile dava masraflar dahi karşılanmaktadır. Kısaca aile içi şiddete uğrayan birinin şikayetçi olması halinde mülki amirden karakola, savcılıktan baroya kadar tüm kurumlar yardım etmeye hazırdır. Şiddet mağdurlarına destek ve hizmetlerin sunulması, temel insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izlenmesi gereği de yasada hüküm altına alınmıştır. Yani: ‘Ailenin korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu’ ile kadının şiddete karşı korunması amaçlanmıştır. Teoride yani kağıt üstünde iyi bir kanundur. Ancak uygulamada yetersizlikler, sıkıntılar vardır ve ihtiyaca cevap verdiği söylenemez. Ama unutmayalım ki; Ancak Devlet ilkelerini kaybetmemişse kanunlar iyidir. Diğer bir deyişle en az yasalar kadar onları uygulayanlar da önemlidir. Son yıllarda kadına ve çocuğa şiddetin, ölümün, tecavüzün, istismarın arttığını, patlama yaşandığını hepimiz biliyoruz. İyiye gitmesi gerekirken, kadına şiddet istatistik verileri inanılmaz arttı. Çocuk istismarları da öyle. Peki neden? Ne oldu? Ne değişti? Gazetelerde, sosyal medyada kendine “hoca” diyen birkaç soytarı var. Sürekli açıklamalar yapıp yol gösteriyorlar: ‘Kadını dövün ama az dövün, şurasına vurun, burasına vurmayın, vuracağınız sopa bir cetvel boyunu geçmesin” “Kadınlar, şükredin ki kocalarınız sizi dövüp deşarj oluyor.’ Ya da ‘Erkek çocuğuna eskiden beri bunlar yapılır, adına bademleme denir, ne var ki bunda.’ gibi beyanlarda bulunuyorlar. Bu şarlatanlar suç işliyor. Bunlar hem ‘Ailenin Korunması Ve Kadına Şiddetin Önlenmesi Kanunu’na ve hem de ‘Türk Ceza Kanunu’ na göre suç işliyorlar. Şiddeti, suçu ve suçluyu övüyorlar, yüceltiyorlar, yol gösteriyorlar. Suçu ve suçluyu övmek de suçtur. Öte yandan toplum psikolojisinde bunu normalleştirmek ve içselleştirmek için böyle davranıyorlar. İstatistiklere bakılırsa başarılı da oluyorlar.  Bir söz vardır; ‘Ahlakın olmadığı yerde kanun işe yaramaz.’ Bu şarlatanların açıklamalarını hiçbir yetkili duymuyor ve görmüyor olamaz. Kadına karşı şiddetle, çocuğa karşı istismarla mücadele ettiğini söyleyen iktidar, eğer gerçekten samimi ise bunlar hakkında işlem yapmalıdır. Bu soytarıları susturmalı, kınamalı ve mevcut kanunları uygulamalıdır. Şiddeti ve aşağılanmayı kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz. Çünkü biz Atatürk kadınlarıyız. Yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layığız.  Sevgili Türk kadını, Atatürk’ün Türkiye’si olma yolunda bizleri zor günler bekliyor, üzerimize düşeni yapmalıyız. Türk kadınına hak ettiği değeri veren Atatürk’e saygı ve minnetimle.” şeklinde konuştu.