Bastonunu yere birkaç kere vurdu. Aklına koymuştu; Çanakkale’ye gidip şehitliği, mezarları savaştığı alanları ve ağabeyi Hüseyin’in şehit olduğu yeri, ölmeden bir daha görmek istiyordu. Kimseye haber vermedi. Köyün minibüsüne bindi Keşan’a vardı. Garajda kahya bağırdı.

 -Dede nereye böyle?

-Çanakkale’ye evlat, yeriniz var mı?

-Var dede var, gel seni şoförün yanındaki koltuğa alacağım. Ali dedeyi öndeki koltuğa oturtur. Şoför dedeyi şöyle bir bakar:

-Dede, yaş kaç? Ne yapacaksın Çanakkale’de? Dede zaten ağır işitmektedir. Bir de garajın gürültüsüyle duymaz. Şoför, biraz daha bağırarak konuşur.

- Bağırma… Anladım anladım. Yaş 90. Çanakkale’ye savaştığım yerleri bir daha görmek için gidiyorum. Şehitliği bir daha gezmek istiyorum.

  Ali dedem, 80’lerin başlarıydı. Birden köyde kayboldu. Kırlar, ormanlar, dağlar, ovalar tarlalar cümbür cemaat aradık bulamadık. Minibüsçüler Keşan’a gittiğini söylediler. Keşan’da aramadığımız yer kalmadı. Polis ve jandarmaya haber verdik. Zaman geçmekteydi hiçbir haber bir yerden gelmiyordu.

Ali dede, Çanakkale tarafına geçmez Eceabat’ta iner. Taksilerin bulunduğu yerde gezerken, taksicinin biri yanına yaklaşarak:

-Hayırdır dede birine mi baktın?

-Yok, öyle baktım. Kitre tarafına gideceğim de nasıl giderim diye bakıyorum. Taksici Osman , bir müşteri geldiğine sevinir.

-Dede çok uzak orası, arabası azdır zor gidersin. İstersen ben seni götüreyim.

-Kaça götüreceksin?

-750 liranı alırım.

-Yok, çok dedin. Ben gazi maaşını, o kadar alamıyorum.

-A be dede!...Benzin olmuş 35 lira ne yaparsın. Biz de ev geçindiriyoruz. Gel seni 500 liraya götüreyim. İnan bir kilo et parası.

-Tamam, o zaman hadi beni Kitre köyüne götür. Taksiye biner, hareket ederler.

-Dede ne işin var senin buralarda, bu dağlarda?

-Ah evlat benim 4 yılım geçti buralarda. Ben Çanakale Savaşları’nda savaştım. Kardeşimin birini Balkan Savaşı’nda kaybettim. Birini de burada Çanakkale’de Kitre savaşlarında kaybettim deyince, taksicinin daha da ilgisini çeker. Bu yaşta buralara gelip tarihi tekrar yaşamak istemesine taksici Osman hayran kalmıştır.

Dede devamlı taksiden çevreyi gözlemektedir. Kitreye yaklaştıkları bir sırada:

-Dur Osman. Burada bir yol olacak dereye aşağıya inen. Taksiden inerler, gerçekten de aşağıda ağaçların arasında bir patika göze çarpar. Dede uzun uzun bakar aşağıya doğru. Gözleri yaşlanır. Onun o duruşu. Osman’ı da hüzünlendirir.

-Bu Alçıtepe olmalı Osman?

-Evet, dedem. Kitre köyünün adını da değiştirdiler Alçıtepe köyü yaptılar.

-Ah Osman, buraları tanıdım. Bak şu karşıları, Zığındere Vadisi. Buradan çok geçtik, top atışlarının altından, ne hücumlar yaptık, aşağıya denize doğru… Burada kalalım.

Dede cebine saldırır. Para çıkarır, Osman’a uzatır.

-Al Osman, sağ ol evlat, sen geri dönebilirsin. Osman bu dedenin bu yaşta gelip buraları gezmesine sevinir. Kendisinin Çanakkaleli olmasına rağmen buralarını gezmediğine üzülür.

-Yok dede, ben de bugün seninle buralarını gezeceğim akşamüzeri seni bırakırım, der. Taksiyi kenara çeker.

- O zaman gel Alçıtepeye çıkalım.  O yaşına rağmen dede, Osman’dan önce tepeye tırmanır. Uzun uzun aşağıya denize bakar. Denize doğru yürümeye başlar. Osman arkadan yürür. Dedenin hayaliyle yürümesine izin verir. Arkadan takip eder. Dede durur, dereye bakar. Dere genişlemiştir. Dere kenarına oturur. Bir müddet sonra hıçkırarak ağlamaya başlar. Ağlarken anlatır.

-İşte Osman, tam şu dereden atlarken agam Hüseyin’in şehit oluşunu izledim. Gavur koca toplarını denizden bize doğru çevirmişti. Balonlar uçurarak, bizim nerede olduğumuzu tespit ediyordular devamlı yer değiştirmek zorundaydık. Ben nişancı taburundaydım, nöbetçileri ve balonları vuruyorduk. Böyle bir haziran ayında. Gavur topları, bu dereyi dövüyordu. Başka geçecek yerimiz yoktu. Mutlaka buradan karşıya geçmemiz lazımdı. Top düştükten sonra ikinci top gelene kadar koşarak karşıya atlıyorduk. Atlamadan önce, arkamda agam ile göz göze geldik, bana el salladı. Bizden sonra onlar atlayacaktı. Top düştü ben fırladım koşarak tam buradan karşıya atladım, yere yattım. Arkamdan büyük bir gürültüyle başka bir top düştü. Agamların mangası tozun içinde koşmaya başladı tam atlarken, top üzerlerine düştü. ‘Eyvah dedim’ agam vurulmuştu. Yattığım yerden şöyle bir havaya baktım. Havadan, tozların arasında elbiseler, bedenler kopan kollar bacaklar yere iniyordu.

Dede bir ara sustu. Eline toprak parçası aldı. Kokladı, kokladı toprağı öptü, Osman’a dönerek:

- Kok bak Osman, bu toprak kan ve ter kokar. Bu toprak beden ve can kokar. Bu toprakta kemik kokusu duyarsın.

İşte ondan sonra Osman kendini tutamaz boşalır, ağlamaya başlar, Ali dede’nin boynuna sarılır… Uzun süre dedenin boynundan kopamaz. Onun yüzünü sakalını sıvazlarken, mırıldanır.”Bilemedik dedem sizlerin kıymetini bilemedik, bizi affedin.”

Daha sonra Şehitliği gezerler. Şehitlikte Kitabede şöyle yazar.

“Çanakkale Savaşı’nda Alçıtepe Bölgesi’nde Türk Savunma hattını oluşturan birliklerde şehit düşen askerler bu şehitlikte gömülüdür. Bu vatan aziz şehitlerine minnettardır. Ruhunuz şad olsun” Dede uzun süre şehitliğe bakar eliyle sever, içinden duasını yapar. Osman’a dönerek;

-Osman, bu şehitlik ne zaman yapılmış?

-Ne zaman yapıldığını bilmiyorum ama bu bölümde şöyle bir şey yazıyor.”Bu şehitlikte, Kirte Muharebeleri’nde şehit düşen askerlerimiz yatmaktadır. Savaş sonrası araziden toplanan şehit kemiklerinin defnedilmesiyle oluşturulan bu şehitlikte yatanların kimlikleri belli değildir.” Dede uzun uzun şehitlik taşlarını okşar.

-Agamın kemikleri demek burada… Şehitliğin taşlarını sıvazlar öper, dua eder.

Osman taksiyle dedeyi alır, müzeye götürür. Dede müzeyi gezerken her eşyanın önünde durarak, saatlerce bakar. Camdan üzerlerinde elini gezdirir. Yüzünde sanki o an savaşıyormuş bir izlenim oturur. Osman sadece onu gözlemektedir. Dede bir ara, tam alnından vurulan bir askerin kafatasının önünde durur.

-Bak Osman, bu askerimizi düşmanın keskin nişancıları vurmuş. Biz nişancılar genelde nöbetçileri görebildiğimiz yer olan başından vururuz. Boynuna nişan alırız. Gözden, kezden arpacığın silme tepesinden yaptığımız nişanda silah çok hafif yukarı atar. Bu da hedefi başından vurmamızı sağlar.  Bu, 90 yaşında adamın anlattıklarına, Osman şaşırmıştır.

Eceabat’a varırlar. Dede Osman’a teşekkür eder, parasını uzatır. Osman dedeye sarılır. Ağlamaya başlar.

-Alamam dedem, alamam. Seni de göndermiyorum Benim misafirim olacaksın. Bir hafta seni, her gün bu şehitliğin tamamını karış karış gezdireceğim. Ve dedeyi alır evine götürür.  Misafir eder. Bir hafta her gün birlikte Çanakkale Şehitliği’ni gezerler. Osman ‘da ilk defa, Çanakkaleli olmasına rağmen gezmediği bu şehitliği gezmiş olur.

Aramadığımız yer kalmamıştı. Artık tamamen umudumuzu kestiğimiz bir gün dedem çıktı geldi. Çok sevinmiştik. Sarıldık boynuna öptük onu doyasıya… Eline aldığı tarağı ile sakalını taradı. Aynaya bakarak, Pertev kremini çıkardı. Güneşten yanmış yüzüne ve çatlamış dudaklarına sürerken bize dönerek:

-Evlat, ne güzel insanlar var bu ülkede… O sırada Osman ‘da taksici arkadaşlarına anlatıyordu: “Hiç sormayın arkadaşlar. Yaşantımız en güzel bir haftasını yaşadım. Çok güzel bir insanla tanıştım. Ama ne yazık, bu güzel insanlar çoğu Çanakkale’de kalmışlar”

NOT: Balkan ve seferberlik gazisi dedem Ali Gündoğdu’nun anılarından derlenmiştir.

Ferhat Gündoğdu-24.06.2018

Yenimuhacir Beldesi

(Ali Gündoğdu’nun torunu)