Aramızdan maddeten ayrılışının üzerinden 75 yıl geçti. Ama adı dillerde, sevgisi gönüllerde yaşamaya devam ediyor. Dünya durdukça da devam edecektir.

Tam 30 yıl önceydi. Mesleğimin 16. yılında, Onun adını taşıyan ilkokula atanmıştım. Her sabah, büstünün yanından, adının yazdığı tabelanın altından geçiyordum. Bu duygularla mı nedir bilmiyorum, onun doğumu, yaşamı, ölümü üzerine şiir denemeleri yapıyordum. 1983 yılı Kasım ayına geldiğimizde; “ATATÜRK’Ü ANMAK VE AĞLAMAK” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Bu yazım, dizi halinde ve üç gün süreyle ÖNDER GAZETESİ’nde yayınlanmıştı.
O yıllarda, 10 Kasım günleri beyaz gömlek giyenler eleştiriliyordu, ilkokullardaki öğrencilerin o gün beyaz yaka takmaları yasaktı. 10 Kasım törenleri; “Atam, sen kalk ta ben yatam” ağlamaklı söylemleri ile yapılıyor, o gün yapılması gereken eğlence ve şenlikler iptal ediliyordu. O yazımda bu uygulamayı eleştirmiş, Atatürk’e ağlamak yerine, Atatürk’ü anlamak ve anlatmanın gerekliliğini vurgulamıştım.
Bazılarına, Atatürk kimdir? diye sorduğunuzda: “Çanakkale Savaşları’na katıldı, 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıktı, Kurtuluş Savaşı’nı başlattı, 9 Eylül’de düşmanı denize döktü, cumhuriyeti kurdu, devrimler yaptı, 10 Kasım 1938 de öldü” diye açıklayacaktır. Bu anlatım şekli, masal anlatmaktan başka bir şey değildir.
Çanakkale Savaşları’ndaki çarpışan güçler arasındaki farkı, Samsun’a, dolayısıyla Anadolu’ya geçebilmek için verdiği mücadeleyi, Erzurum’da, Sivas’ta, Ankara’da karşılaştığı güçlükleri anlamak ve anlatmak zorundasınız. Kurtuluş Savaşı’nda mücadelenin Batı cephesi ile sınırlı olmadığını vurgulamak zorundasınız. 600 yıllık ümmet toplum düzeninden ulus devlet düzenine geçişte kurulan cumhuriyetin, cumhuriyetle birlikte, hayata geçirilen ilke ve devrimlerin hangi şartlar altında gerçekleştiğinin zorluklarını açıklamak zorundasınız.  Savaşlar öncesinde ve sonrasında,  ülke gerçeklerini göz önünde bulundurmak zorundasınız.
Gerçekler ortaya döküldüğünde Mustafa Kemal Atatürk’ün, bu ülke için, bu millet için nasıl vazgeçilmez bir değer olduğu ortaya çıkacaktır.
Yıllar içinde 10 Kasım törenleri, Atatürk’ü anlamak ve anlatmak şekline dönüştü. Ama bu anlama ve anlatma dönemi son yıllarda yön değiştirmeye başladı.  Ülke yönetiminde iktidara sahip olanlar; Atatürk büstleri, heykelleri ve Anıtkabir ‘de yapılan anma törenlerindeki saygı duruşu için:
Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok” diyebildikleri gibi, millete mal olmuş tarihi günlerin kutlanmasını, çeşitli bahanelerle ötelemek (ertelemek) de isteyebilmektedirler. 
Yaşamını, öldükten sonra da bütün mal varlığını milletine adamış bir insan için yapılacak bir etkinliği ötelemek, ihanetle eşdeğerdir. Onun vecizesi ; “Ne mutlu Türküm diyene” sözünü gururla söyleyen bu millet, kendine ve Atatürk’e yapılacak ihaneti, asla affetmeyecektir.
Bayram kutlamalarını kısıtlamak, bazı tabelalardan T.C. yi silmek, Andımızı yasaklamak, Atatürk sevgisine set çekmek, insanımızın nasırına basmaktır.
Atatürk sevgisini sönmeyen bir ateş, varlığını; batmayan bir güneş olarak kalplerinde hissedenler bunu, 10 Kasım 2013 günü, tüm yurtta olduğu gibi, Ankara’da Anıtkabir’de, Selanik’te Atatürk Evi’nde kanıtlayacaklardır. 
Kalbimizdeki Atatürk sevgisi, onu tarihin derinliklerine gömmek isteyenleri boğacak, sadece 10 Kasımlarda değil, her güneş doğduğunda, Atatürk yeniden doğacaktır.
Saygılarımla.   08.11.2013