Çevremizi ne kadar çok yanlış bilgi sarmış. Az önce bir yerde denk geldim. Çin Seddi meselâ uzaydan görünmüyormuş. Bu bilgiyi yıllardır yanlış biliyormuşum. Hoş, bu bilgiyi neden kafamda tutma ihtiyacı duydum onu da bilmiyorum. Enteresan tabii. Şöyle de bir şey var, benim geçmişe dair hiçbir şeyi unutmamak gibi bir hünerim var. Böyle bir hüner kimin işine yarar bilmiyorum. Benim işime yaramıyor, bilakis yoruluyorum. Bundan yirmi sene önce olmuş olan bir olayı en ince ayrıntısına kadar, diyaloglarına varıncaya kadar hatırlamak neden lâzım olsun? Hiç işte. Kimse istemez böyle bir şeyi. En azından ben istemiyorum. Adı üstünde yahu, geçmiş. Niye unutamıyorum? Bilmiyorum. O kadar çok şey bilmiyorum ki, bu yazdıklarımın ana başlığını, “bilmiyorum” koysam yeridir. Meselâ balık yanında yoğurt yenebiliyormuş. Zehirlemiyormuş, ama balığın taze olduğundan emin olmamız gerekiyormuş. Bunca zamandır balık yanında yoğurt yemeyenler rahat bir nefes almıştır şu an. Hadi koşun gidin, balık yanına yoğurt alın, yiyin. Dünyanın en büyük eksikliğiydi gerçekten bu bilgi, bunu bilsek ne olacak, bilmesek ne olacak, hayır yani şimdiye kadar bilmedik de ne oldu? Hiçbir şey olmadı. Daha da olmaz yani. Bırakın herkes doğru bildiği yanlışlar ve yanlış bildiği doğrularla mutlu mesut yaşasın. Allah Allah.

İtalya’daki Pisa kulesi yamuk yapılmamış. Allah’ın cahilleri sizi. Düz yapmışlar, zemin yumuşak olunca yanlamış güneye doğru. Muhtemelen Türk bir müteahhit yapmıştır. 99 depreminde binlerce insanın ölümüne sebep olan bi müteahhit vardı, onun atası, dedesi olabilir. Gerçi kule yanlamasına rağmen 1173 yılından beri ayakta duruyor. Yanladım ama, ayaktayım mesajı veriyor insanlığa adeta. Çünkü biz yanlayınca genelde yıkılıyoruz. Ben misal, yanlamaya gelmişim bu dünyaya, ama Pisa kulesi kadar ilgi çekici değilim. Kimse elinde bim poşetiyle benim yanımda, önümde, arkamda fotoğraf çektirmiyor. Böyle bir şeyi ister miydim? Açıkçası düşünmemiştim daha önce, elinde bir bim poşetiyle yanıma gelen insanlara daha sempatik bakacağım bundan sonra, zaten aslında elinde bim poşeti olan insanlar bana hep sempatik gelmiştir. Yok la hiç sevmem o insanları ben. Düne kadar alışveriş yapılmasına da karşıydım. Ama bu yönlü tabularımı yıktım, çok şükür. Hayatıma bir faydası olmadı, ama olsun. En azından artık alışveriş yapabiliyorum. Bana sorarsanız insanlar hayatlarındaki bütün tabuları yıkmalılar. Çünkü tabu insanı yorar. Gerçi bir tabunun da tabu olabilmesi için yıllar lazım. Bir tabu bugün kolay tabu olmuyor. Üstelik okulu da yok bunun. Tabu meslek yüksek okulu gibi bir şey olsa, bu kadar rağbet görmezdi üstelik. Bir de el alem örgütü. Gizli bir örgüt bunlar. Kim oldukları belli değil, ama her yerdeler. Her yer el alem dolu. Kim kime nerde ne zaman ne yapmışsa bunlar bilirler. Genelde evlatlar bilmez, ana babalar bilirler. İstihbarat gibi çalışıyorlar. Hayır, bilmeseler de uyduruyorlar. Halbuki bu uydurduklarını yazmış olsalar iyi satarlar. Yeteneklerinin farkında değiller. Yani başka insanların hayatlarını yanındaki insanlara anlatırsan dedikodu olur, herkese anlatmak için oturup uydurduklarını yazarsan edebiyat olur. Çok da sevilirsin. Dünya edebiyat tarihi uydurukçuların tarihidir, yalancıların tarihidir. Mario Levi diyor ki; “ben yalan söylemeyi sevdiğim için yazıyorum.” Dünyanın en güzel itirafı. Aynı zamanda yazarlığın da en yerinde tarifi. Mario Levi’ye saygılarımızı sunduk kaldığımız yerden devam edelim.