1991 yılında, MEB ile Çevre Bakanlığımızın, Türkiye çapında, öğretmenler arasında açmış olduğu “Çevrecilik Konularını Ders Programlarına Aktarma” konulu yarışma için yaptığım araştırmada, Avrupalı bilim insanlarının “dünyanın ortalama sıcaklığının 1-2 santigrat derece artması halinde, küresel ısınma tehlikesi ile karşı karşıya kalacağımızı, bunun sonucunda da kutuplardaki buzulların eriyebileceğini, söylediklerini görmüştüm. Bu iddia inanılacak gibi değildi.
Çünkü yüce Yaradan’ın yarattığı ve milyonlarca yıldan bu yana erimeyen buz dağlarının yakın bir gelecekte eriyebileceği iddia ediliyordu.
Bu iddianın cevabının “EVET” olmasına, bırakın akıllı geçinen insanları, çocuklar bile gülerdi…
Ancak bu araştırmamdan on beş yıl kadar sonra, bilim adamları, kuzey kutbundaki bir buz dağının erimeye başladığını ve büyük bir buz kütlesinin koptuğunu haber verdiler…
Bu haber, hem bilimsel çalışmaların önemini, hem de beklenen değişimin vahametini göstermesi açısından önemliydi…
Çünkü bilim insanlarının bilimsel tahminleri doğru çıkmış, dünyamızın ortalama sıcaklığı artmıştı… Bu durumun dünya ikliminde daha başka ne gibi değişmeler oluşturacağını elbette kestirmek mümkün değildi. Ama çok zaman geçmedi… Doğal dengelerini değiştirmeye başladığımız DÜNYA ANAMIZ, kimi yerde sel felâketleri, kimi yerde beklenmeyen yangınlar, kimi yerde dengesiz yağışlar, kimi yerde
hortumlar, kimi yerde göl sularının çekilmesi sonucunu doğuran kuraklıklar şeklinde tepkisini göstermeye başladı.
Yani, dünyanın ortalama sıcaklığı artmış ve bunun sonucunda, dünya ikliminde değişiklik gözlenmeye başlamıştı… Peki, gözlenen bu değişiklikler dünyanın ortalama sıcaklığının artmasına mı bağlıydı?
Bu sorunun cevabı, bence “EVET” ti… Çünkü günümüzden iki bin yıl önce, yani dünyadaki insan sayısının şimdikinden çok daha az olduğu günlerde, atmosferdeki gaz karışım oranı: %21 oksijen, %78 azot, on binde 3-4 karbondioksit ve geriye kalan da; su buharı, argon, neon, helyum, metan, ozon, kripton gibi gazlardı. Burada, karbondioksit miktarına dikkatinizi çekmek isterim. Yüzde değil, on binde 3 ya da 4. Oysa günümüzün dünyasında, nüfusu sekiz milyara yaklaşmış olan insan ırkının ısınma, giyinme ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak için, fabrikalar harıl harıl odun, kömür, benzin-mazot gibi fosil yakıtlar tüketmekte, motorlu araçların egzozlarından hesapsız şekilde çıkan karbondioksit gazı, azot oksitleri, kükürt oksitleri atmosfere karışarak, atmosferin 2000 yıl önceki gaz karışımı dengesini bozmakta, atmosferin kalınlaşmasına neden olan gaz miktarını arttırmaktaydı.
Bu artış, güneşten dünyaya gelip, yansıma ile uzaya geri dönen ışınların geri dönmesine engel olmaya, tıpkı saydam naylonlardan yapılan SERALARIN yaptığı etkiye benzer bir etki yaparak, dünyanın ortalama sıcaklığını arttırmaktaydı... İşte, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ, atmosferde artmış olan karbondioksit, azot oksitleri ve kükürt oksitlerinin neden olduğu, dünyadan yansıyarak atmosfere dönemeyen ışınların doğurduğu SERA ETKİSİ’NİN sonucuydu. Ben, dünyanın ortalama sıcaklığının artmasının, hızla artan insan nüfusuna bağlı olarak, tüketilen fosil yakıtlardan çıkan bu gazların, atmosferde birikmesiyle oluştuğuna inananlardanım. Bu ortalama sıcaklık artışı, yaz aylarında kuruyan otların çabucak tutuşmasını sağlamakta, böylece, aniden patlak veren yangınların çıkmasına yol açmaktadır... Kanada, Sibirya, Avustralya, Yunanistan, İtalya, İspanya, Arjantin, Zambiya, Meksika, Japonya, Güney Afrika, Tanzanya, Brezilya, Şili, Peru, Paraguay, Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi
ülkelerde ve ülkemizde… Kısaca tüm dünyada yaşanan yangınların en önde gelen nedeni budur. Elbette buna, çıkış nedeni ne olursa olsun, çıkabilecek böylesi büyük yangınlara karşı, koruyucu önlemlerin ve teknolojik hazırlıkların yeterince yapılmamış olmasını da eklemek gerekir… Saygılarımla.