Bin bahar görse de taş yeşermez. _Mevlana_

………………………

Türkiye’de 1965-66 yıllarında Türk Hafif Müziği ortaya çıktı. Sanatçı AlpayEylül’de Gel” şarkısıyla ünlenirken Timur Selçuk da ‘İspanyol Meyhanesi’yle…

Ve ardından bütün Türkiye’yi sarıp sarmalayacak olan ‘Samanyolu’ ve Berkant efsanesi!..

1968 Sonbaharı’nda bu şarkının estirdiği rüzgarlar ve tozpembe hayallerle düştük Edirne Yolları’na…

Kızlı-erkekli 70-75 arkadaştık; o dönem Keşan Ortaokulu mezunları. Amacımız köy öğretmeni olmaktı.

Müziğin inceliklerini, nota bilgisini, mandolin çalmayı bu okulda öğrendim. ‘Samanyolu’ çaldığım ve kolay öğrendiğim ilk parçaydı. Bizim gençlik yıllarımızda unutulmayan bir şarkı olarak değil, vazgeçilmez bir tutku ve tatlı bir rüya olarak kaldı, Samanyolu!..

……………………….

O yıllarda Türk Hafif Müziği, genellikle asker ve şehir eşrafı çocukları arasında ilgi görürken, ilkokuldan sonra öğrenime devam etmeyen gençler, Türk Halk Müziği’nden vazgeçmediler. Tamirci, berber çırağı, marangoz kalfaları arasında Halit Arapoğlu’nun ‘Sevda Yüklü Kervanlar’ı; bizim mahalleden Sanatçı Ablamız Nefise Özdemir’in okuduğu ‘Evreşe Yolları’ çok revaçtaydı.

……………………….

Orhan Gencebay, müzikte böyle bir değişim süreci içinde sessiz sedasız geldi. ‘Bir Teselli Ver’ adlı bestesiyle karamsar, sevgilisi olmayan yoksul gençlik üzerinde flaş bir etki yaptı. Ardından ‘Vicdan Azabı’yla’ insani değerleri hatırlatırken Garip’e, yoksula tepeden bakanlara da “Hor Görme Garibi” bestesiyle şu gerçeği açıkça ifade ediyordu.

                                                     “İnsan insandır.”

……………………….

1975-80 yılları arasında öğrenci gençlik sağcı-solcu kutuplaşması ile kavgalı yaşarken serbest meslek sahibi gençler ‘ütopik hayal zengini’ dünyalarından vazgeçmediler. Bu nedenle onlara ‘Sev_Genç’ yakıştırmaları da oldu. Eski, külüstür otomobillerinin kaportalarına ‘Tamirciler de sever’ işyeri duvarlarına ‘Boyacılar da sever’ yazdılar.

Hayat karmakarışık olmuştu.

……………………….

Gencebay’ı fotoğraflarından briyantinli taranmış saçları ve uzun favorileri ile tanıyan halk, onu daha sonra Aşk ve Sevda vurgulu filmleriyle benimsedi. Her filminde civanmert, kimseyi sırtından vurmayan ‘yiğit bir genç’ tiplemesiyle çok sevildi, saygı gördü.

Televizyonun siyah beyaz döneminde yapılan bir programda müzikseverler ‘İyi sanatçıdır, ‘Çok seviyoruz’ gibi cevaplar verirken, direksiyon başındaki şoför hiç uzatmadan;

-               Bizim babamızdır’ diyordu.

………………………

Artık o ‘Gencebay’ değil, yoksulu-garibi kucaklayan tarzıyla ‘Orhan Baba’ydı. Şarkılarında kendi sazı ön plandaydı. Arka planda vurmalı, tuşlu ve telli enstrüman zenginliğiyle müzikseverlerin sevgi dünyalarında kalıcı izler bırakıyor; plakları yurdun her tarafında dönüyor, dönüyordu.

………………………

Eserlerinde baskıya, egemen güçlere, yoksulluğa ve haksızlığa insani değerler penceresinden bakarak karşı çıktı. Arzuladığı yeni bir düzen değil, insanca, hakça bir düzendi.

Batsın Bu Dünya’ eseri onun sonsözü değildir. Sevgi dolu bir dünya için, barış içinde ve adil bir hayat tarzı için “Batsın Bu Dünya” demiştir.

……………………..

Orhan Baba, yaptığı müzik türünün ‘Arabesk’ olduğunu hiçbir zaman kabul etmedi. Eserlerinin serbest yapıda olduğunu anlatmaya çalıştıysa da sevenleri ona ‘Arabesk’in Kralı’ demekten vazgeçmediler.

Türk halkı onu ‘O Ses Türkiye’ adlı şarkı yarışmasında gerçek kişiliğiyle tanıdı. Jüri üyesi olarak yarışmacı gençlere puan verirken hiçbir yarışmacıyı incitmedi, küçümsemedi. Yapıcı ve yumuşak eleştirileri, hoşgörü çıtası yüksek-mütevazi duruşuyla adeta bir ‘Şevkat Baba’ydı.

……………………

Ardından gelen Adanalı Ferdi Tayfur, müziğiyle biraz daha hareketliydi. ‘Çeşme’ adlı eseriyle ünlenirken o da çıkmazlarda çırpınan sevgililerin duygularına tercüman oluyordu. Filmlerinde gözyaşı dökerek söylediği şarkılarda ‘utangaç aşıklar’ elleriyle boş sandalyelere vuruyor, aşk ve sevda çığlıkları atıyorlardı…

…………………….

Diğer bir sanatçı Müslüm Gürses de ‘Mutlu Ol Yeter’ derken aşkından cevap alamayanları sükunete davet ediyor, kaçırılmış fırsatlara üzülmemek gerektiğini ifade ediyordu.

…………………….

Arabesk müzik eserleri yıllarca TRT radyo ve kanallarında yasaklı kaldı. Kanalların çoğalması ile hak ettiği yeri aldı. Arabesk eserleri eleştiren o günlerin sosyete sanatçıları, şimdi müzikle örtüşmeyen açık-saçık klipler için ne düşünüyorlar acaba?

Bana bir koca lazım,

O da bu gece lazım,” türü cinsellik vurgusu ve iştah kabartan sözlerle ‘müzik olmaz’ diyorum.

Müzik sevgi vurgulu olmalı, kuşaklar arasında gönül köprüleri oluşturmalı…

Bizler güzel şarkılarımızdan, içli türkülerimizden öğrendik, merhametin asil bir duygu olduğunu ve merhametsizlerin de vatana, millete faydası olmadığını…

Acı bir durum ki yeni kapitalizmin vahşi döngüsü toplumsal değerlerimizi silip süpürürken duyarlı müziğimizden uzaklaştık, içeriksiz dizilerin esiri olduk.

………………………..

Her yıl 14 Şubat’ta kutlanan ‘Sevgililer Günü’ daha ziyade hayatın üst katmanlarında yaşayanları, Paris ve Viyana gibi aşk şehirlerini tanıyanları ilgilendiriyor. Söz konusu pahalı hediyeler, kaliteli şaraplar, yoksul ve sevgi özlemi çeken gençlik üzerinde aşağılık duyguları, başıboş hayata özenti gibi etkiler yapıyor; sevgilisizler kendilerini dışlanmış hissediyorlar.

Merhamet, saygı, sevgi… Ve bu değerleri yansıtan müziğimiz, şarkılarımız, ezgilerimiz… hepsi ekmek su kadar ihtiyaç duyduğumuz, birlikte yaşamın tadını veren faktörler…

Değerlerinden uzaklaşmış, yaprak dökümlerine çare aramayan bir ulusun akıbeti topluca göçük altında kalmaktır.

Besteleriyle, güfteleriyle müzik kültürümüze hizmet edenleri saygıyla anarken, Mevlanamız’ın kandillerinde sürekli yanan bir altın sözüyle bitiriyorum.

"İncinsen de incitme."

Esen kalın!..

13 Şubat 2013