Keşan’da Yaşam Pınarı adlı işyerinde Himalaya Tuzu satışı yapan İşkadını Hatice Topçu, Hükümet tarafından başta ekmekte olmak üzere birçok gıda maddesinde tuz oranının düşürülerek üretim yapılması ve yakın gelecekte de tuzlu yiyeceklerden kaçınılması konusundaki uygulaması hakkında, kişisel görüşlerini ve mesleki deneyimlerini Medya Keşan’ gazetesi ile paylaştı.

“RAFİNE TUZ ZARARLI!”

Rafine tuzun çok zararlı olduğuna dikkat çekerek sözlerine başlayan Topçu, tuzun rafine edilmesiyle asıl değerini kaybettiğini belirterek şunları söyledi: “Tuz aslında kötü değildir. Atalarımız; derler. Büyüklerimiz bunu boşuna dememiş. Halk arasından bir de Tuzsuz Deli Bekir tiplemesi vardır. Bekir’in bedeni tuzsuz kaldığı için kendisine deli demişler. Hayatımızda tuz olmalı. Ancak hangi tuzun olacağı çok önemli. Tuz rafine edildiği için kötü tuz olmuş. Çünkü sanayide kullanılmak için rafine ediliyor. %3’ü bizlere yemek tuzu olarak sunuluyor. Bu nedenle bütün elementler içinden alınmış. Oysa rafineri edilmeyen tuzun içerisinde, doğada ne kadar element ve mineral varsa, hepsi mevcut. Sağlıklı olmamız için doğal tuz kullanmalıyız. Himalaya Tuzu denilen ve Pakistan’dan gelen tuzun 256 milyon yıllık oluşum süreci var. Yüksek sıcaklık ve basınç altında kristalleşen bu tuzun ülkemizdeki benzeri ise Çankırı bölgesinden elde ediliyor. Tuzlar kendi yörelerinin isimleriyle tanınır. Dünyanın en kaliteli tuzu ise Pakistan’da elde ediliyor. Çünkü her tuz, aynı tuz değil!”

“TUZU ALMAK DEĞİL, DOĞRU KULLANMAK ÇOK ÖNEMLİ”

Tuzu satın almanın değil, doğru kullanmanın önemine vurgu yapan Hatice Topçu, insan bedeninin düzenli olarak suya ve tuza ihtiyacı olduğunu söyledi. Topçu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Tuz, bedenimizde enerji üretilmesini ve iletilmesini sağlar. Bildiğiniz gibi hücrenin %75’i tuzlu su ihtiva etmekte. Hücre, ayrıca sıvı içerisinde yüzmekte. Yüzdüğü sıvının içerisinde de önemli miktarda tuz var. Yoğunluk farkı nedeniyle hücrenin içine giriş olmakta. Buna ozmoz diyoruz. Bu ne kadar yüksek seviyede olursa, hücre de o kadar sağlıklı olur. Hücrenin çevresinde 70 kadar iletim kanalı var ve sular bunun içinden akmakta. O zaman 3 natriyum atomu hücreye giriyor, 2 kalyum atomu çıkıyor. Hücre bu şekilde temizleniyor. Bu işleme tuz yardımcı oluyor. Eğer yeterli miktarda tuzlu su ya da sıvısı yoksa, hücrenin içine akıntı olmuyor. Hücre de yenilenmeyip, asetik oluyor.”

“HÜCRE TEMİZLİĞİ SU VE TUZ SAYESİNDE YAPILIYOR”

İnsan vücudundaki hücrelerin su ve tuz sayesinde temizlendiğini ifade eden Hatice Topçu, beden kirliliğinin suyun kalitesiyle doğrudan orantılı olduğunun altını çizdi. Topçu, sözlerini şu ifadelerle sürdürdü: “Tuzsuz ve susuz kaldığımızda vücut dili bunu ifade ediyor ancak biz bunu yakın geçmişe kadar anlayamadık. Bu durumda stresin yanı sıra olumsuz düşüncelere sahip oluyoruz. Uyku düzenimiz bozuluyor. Yemek yediğimiz halde doymamamız da bedenimizin susuz ve tuzsuz kaldığının bir işareti. İnsanlar, kendi kilolarına göre tuz ve su tüketmeli. 10 kilograma 1 gram tuz tüketilmeli. Ancak biz çok tuz tüketiyoruz. Bir kap yemeğe bile bundan çok daha fazla tuz koyuyoruz. İçtiğimiz su da 1 kilograma karşı 0.30 mililitre olmalı. Ancak bu suyu da bir düzen içinde tüketmeliyiz. Su tüketimini gün içerisine yaymalıyız. Günde 10 bardak su içilmeli ancak, günümüzde içilen suların da kalitesi bozulduğundan, suyun kalitesi de önemli. Çünkü su canlı bir nesne. Örneğin, su plastik bir kaba konursa, hemen onun kokusunu ve özelliklerini taşıyor. Bu nedenle bu su bedenimizde pek iş gömüyor. Bu yüzden, suyumuzu canlandırmamız gerekiyor. Bunun için de cam kaplarda muhafaza etmek çok önemli. Ayrıca su doğal mineral taşlarla canlandırılmalı.”

“DOĞRU TUZU KULLANMADIĞIMIZ İÇİN SAĞLIĞIMIZ BOZULUYOR”

Devletin, sağlık harcamalarında kısıtlamaya gitmek istediğini kaydeden Hatice Topçu, şöyle devam etti: “Ulus olarak gerçekten çok tuz kullanıyoruz. Doğallıktan uzaklaşmış olmak bunları köreltiyor. Beyin bir süre sonra tuzu algılamıyor. Doğru tuzu da kullanmadığımız için sağlığımız bozuluyor. Bu nedenle sağlık problemleri had safhaya ulaşıyor. Devlet de bunlar için çok büyük ödemeler yapıyor. Bu giderlerden kurtulmak ve daha sağlıklı insanlar ve nesil yaratmak, ülkemiz açısından da çok önemli. Bu yüzden devlet, tuzu kesmek istiyor. Genetik uzmanları, devletin sağlıklı nesil yetiştirmek üzere çalışmalar yapmasını istiyor. Zaten başta Avrupa ülkeleri ve ABD’de rafine tuz hiç kullanılmıyor. Gazlı ve kolalı içecekler, alkol ile fast food ürünleri sağlığımız için zararlı şeyler. Bunlar vücudumuzun su ve tuz dengesini bozuyor. Fast food ürünlerde kullanılan mikrodalga fırınlar bütün mineral ve vitaminleri öldürüyor. Enerji değerinden yoksun yiyeceklerle beslenmiş oluyoruz. Devlet, insanları bunlardan da uzaklaştırmak için planlar yapıyor. Tuzu ve suyun kalitesini ele aldılar. Bilinçlendiğimiz oranda daha düzgün ve ileri bir toplum olacağız.”

“YEMEĞİ PİŞİRDİKTEN SONRA TUZ İLAVE EDİLMELİ”

Daha sonra ev kadınlarına seslenen Topçu, tuzun yemekle birlikte pişirilmesinin yanlış olduğunu belirterek, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Eğer tuz yemekte kullanılan diğer malzemelerle birlikte pişirilirse posa haline gelir. Bu nedenle tencerenin altını kapattıktan sonra tuz ilave etmeliyiz. Bunu her ev kadınının bilmesi gerekiyor. Televizyonlardaki yemek programlarında bu tür bilgilere yer verilmeli. Eğer yemekte Himalaya Kristal Tuzu kullanılırsa çok farklı sonuçlar elde edilir. Çünkü bu tuzun en önemli özelliği, molekül yapısının hücre zarından girecek incelikte olmasıdır ve bu giriş ancak yüksek basınç altında gerçekleşebilmektedir. Diğer tuzların, molekül yapıları kalındır ve bu yüzden hücre zarından içeri giremezler. Rafine tuz, yeterli miktarda su içilemediği için vücuttan dışarı atılamıyor.”