İnsanoğlunun evreni ve hayatını “idrak ve hissetmeye” dair iki mütevazı kelime ile öz hale getirmesidir: “oku ve bişnov (dinle)”.  Kur’an-ı Kerim’in ilk sözüdür “oku”. Önce harflerini sonra –daha da önemlidir ki- “ruhunu felsefesini” yani insana insandan öte bir yol öneren yüceliği, paylaşmayı, dürüstlüğü, yardımlaşmayı, umudu, sevgiyi ve iyiliği oku. Aksi hali ezberdir ve ruha dokunmaz; ruha dokunmadığı için de gerçek anlamda hayata dahil edilemez ve insanoğlunun kemale erme yolculuğuna engel teşkil eder. “İnsan” ki hiçbir zaman “tamam” olamamıştır; çünkü daimi bir arayış daimi bir ötesini isteme cür’eti ömrümüzce bize musallattır. Bu sebepledir ki İslamiyetin ruhunun ve felsefesinin peşine düşen mutasavvıfların  temsilcisi sayabileceğimiz Mevlana, Mesnevisine “dinle” diyerek başlar. Günlük hayata dahil edilmesi tekamül (olgunluk) isteyen bir kelimedir “dinle”. 13. yy.’dan 21.yy’a gelecek kadar hakikidir. Dinle, evreni dinle, tarihi dinle, tabiatı dinle, toprağın altını üstünü, insanı dinle, kendini dinle, anneni babanı, kardeşini dinle ve en önemlisi de hiçbir zaman aynı hayat görüşünde olamayacağını düşündüğün sana fersah fersah uzak zannettiğin  “öteki” dediğin insanı da dinle. Kulağın sadece ezberlediğin cümlelere ve insanlara açık olmasın. Unutma ki şu anda nefes alan her canlı en az senin kadar hayat mücadelesi veriyor. Ve herkes gelecekten “iyilik” bekliyor.  O halde “oku” ve “dinle” yani “öğren ve hoş gör”. Ötesi de insanoğlunun “iyi niyeti” ni kaybetmemek için çaba sarf etmesi.

CEVAPLARI KENDİNDEN MENKUL SORULAR

Öğrenme ona hazır olan dimağ ve gönülde ortaya çıkar ; zihin ve gönül hazır değilse yük ve güç olur. Tıpkı -yaşı kaç olursa olsun- bir öğrenci hali gibidir. Aslında ahlaki ve dini öğretilerin günlük hayatımıza yansıması -iyi kulak ve gönül verilirse –cevabı içine gizlenmiş sorular silsilesidir. Nedense hayatın akışı içinde karşımıza çıktığında bocalarız, elimiz ayağımıza, aklımız fikrimize dolaşır üstüne bir de dışarıdan sesler yüklenince çok net olan cevabı göremez oluruz. Vicdanımızın saflığını taşıyan cevheri toprağa kendimiz gömer sonra tekrar bulmaya çalışırız. Halbuki bize her şeyden arındırılmış sorular olarak gelse “ahlaki ve manevi meseleler” ne kadar rahat ederdik. Şöyle ki:

1- Maksat Allah’ı sufiyane bir derinlikle tanımak ve bulmak mı yoksa Allah ile korkutmak mı?

2- Din kavramının ferdin diğer insanlarla ve ferdin vicdanı ile olan münasebetlerini tanzim eden hayati bir sistem olduğunu söylemek mi “ benim dinimden, mezhebimden değilsin ve benim gibi yaşamıyorsun diyerek küçümsemek yok saymak gibi bir ruh haliyle “gizli kibir” denen tuzağa düşmek mi?

3- İnsanları din hegemonyasına götüren yanlış fikirler, fanatik duygular ve patolojik  taassup krizleri mi yoksa bunlardan temizlenmiş saf ve samimi bir iman anlayışını ademoğlunun manevi hayatlarına tohum misali sunmak mı?

4- Dinde sadece amele taalluk eden ve her dine göre değişen şekli kavramlar mı yoksa insan algılayışında ve gözlerinde pırıltıya dönüşen “herkes hata yapabilir önemli olan dersini almak” diyebilme olgunluğu mu?

5- İnsana insandan öte bir yol önermek mi yoksa “sen nihayetinde sadece insansın ne yapabilirsin ki?” umutsuzluğu mu?

6- Hayat akıntısına kapılmış oldukları halde sürüklenip giden, üretmeden tüketen insanlara nereden gelip nereye gittiklerini sormak ve yardım edebilmek isteği mi yoksa “gemisini kurtaran kaptan” boş vermişliği mi?

7- Derdin içinden devaya yol bol bulmak,  bir zehirden panzehir çıkarmak mı yoksa günlerini kendine acıyarak geçirmek mi?

8- Çevrendeki insanlara hayat enerjisi verebilmek mi yoksa kendi iliğini kemiğini bile kurutmak mı?

9- Başımıza gelen bir üzüntüye, musibete maruz kaldığımızda kabahati sebeplerde ve kaderde aramak mı yoksa kendimizde arayıp bizim noksanımızdan ortaya çıkan basiretsizlik, sabır, saygı ve kavrayış noksanı gibi bir hatamızın sonucu olduğunu görmek mi? 

10- Artık bu dünyada olmayan sevdiklerimizi düşünürken  ruhlarının  ölmediğine inanıp dua ve gülümseyişimizle hatırlamak mı sonu olmayan gözyaşı akıtmak mı?

Ramazan ayının bu ilk gününde “dün olduğundan daha iyi bir insan olmaya çalışmak, hayata daha çok gülümseyebilmek  ve ne olursa olsun şükredebilmek gayretiyle” kendinizi sınayınız.

 Bakara suresinin 176. Ayetindeki “iyilik” tanımı  der ki:    

İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz (den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlerei yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkra ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.