HABER MERKEZİ

Akalın, çıkarılan KHK’yı eleştirerek, “696 sayılı KHK'nın 121. maddesi kapsamında yapılan ek düzenleme ile sivillere bazı durumlarda silah kullanma meşruiyeti ve yetkisi tanınması kamuoyunda haklı olarak ülkemizin iç savaş riski tehdidi altına sokulmuş olacağı uyarısı ile tartışılmaktadır.” dedi.

DÜZENLEME ÖRTÜLÜ BİR AF MAHİYETİNDE

Yapılan bu düzenlemenin yeni olmadığını, çıkarılan KHK’nın örtülü bir af olduğunu iddia eden Akalın, “Aslında bu düzenleme yeni değildir. Düzenleme ilk olarak 668 sayılı KHK ile darbe teşebbüsü önlenmesi sürecindeki bürokratik iş ve işlemler ile devam eden KHK uygulamalarından kaynaklanan iş ve işlemler kapsamında kamu bürokrasisine örtülü bir af mahiyetindeydi.

Daha sonra bu KHK 6755 sayılı yasa ile onaylandı ve yasa hükmü haline getirildi. 696 sayılı KHK da yeni olan husus bu uygulamanın kapsamının sivil şahıslar açısından da genişletilmesidir ki düzenleme bu hali ile muğlâk, hukuk tekniğinden uzak,  amacı belirgin olmayan bir nitelik kazanmıştır.” şeklinde konuştu.

KHK İLE VÜCUT BULAMAZ

Düzenlemenin af mahiyetinde olduğunu yineleyen Akalın, Meclisin yetkisindeki bu düzenlemenin KHK ile vücut bulamayacağını söyledi. Akalın, açıklamasına şöyle devam etti: “Öncelikle açık olan husus şudur ki; düzenleme af mahiyetindedir bu sebeple TBMM'nin münhasır yetkisindedir ve asla KHK ile vücut bulamaz. Ancak uzun zamandır ortada bir anayasa mahkemesi görülmediği için bu tür düzenlemeler KHK'larda vücut bulabilmektedir. Türkiye'nin siyasi koşulları değiştiğinde Anayasa Mahkemesi elbette ki görüş değişikliğine gitmek sureti ile bu KHK ları da inceleyebilir. Dolayısıyla düzenlemeden elde edilmek istenen faydanın uzun süreli olamayabileceği de göz önünde tutulmalı ve bu düzenleme mutlaka TBMM'de tartışılmalı ve sonuca bağlanmalıdır.”

ŞİDDET HAREKETLERİNE GEÇMESİNE İMKAN TANIMIŞTIR

Çıkarılan KHK ile 6755 sayılı kanuna ekleme yapıldığı bilgisini veren Akalın, “696 sayılı KHK'nın 121. maddesi ile 6755 sayılı kanuna yapılan ekleme ile ‘Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır.’ hükmü getirilmiştir. Hüküm bu hali ile durumdan vazife çıkaran kişilere veyahut topluluklara, dernek vs adı altında örgütlenen yapılara sivil gestapo inşa etme veyahut daha önce inşa edildiğine ilişkin kamuoyunda kanaat olan bazı yapıların da her türlü toplumsal olay karşısında şiddet hareketlerine geçmesine imkan tanımıştır.” dedi.

‘ANAYASAYI İHLAL’ BAŞLIĞI ALTINDA 309. MADDE DE TANIMLANMIŞTIR

5237 sayılı Türk Ceza Kanununda darbe olarak tanınan suç ile ilgili cezaların açık olduğunu söyleyen Akalın, açıklamasında şunlara yer verdi: “Şöyle ki; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda halk arasında ‘darbe’ olarak tanımlanan suç  ‘Anayasayı ihlal’ başlığı altında 309. madde de tanımlanmıştır. İlgili hükme göre ‘Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar’ Yasa açıkça ‘cebir ve şiddet’  kavramını yeterli sayarken iktidar niçin ‘terör eylemleri ve bunların devamı niteliğindeki eylemler’ başlığı altında bilinmez bir vade ve fiil içeren muğlak davranışları suç unsuru olarak tanımlama yoluna gitmiştir? Mesela bu kanuni düzenlemeden sonra yurt çapında toplam beş milyon insanın katıldığı ifade edilen gezi protestoları benzeri herhangi bir sebeple bir protesto eylemi yapıldığı takdirde araya giren iki kişi ‘yaşasın FETÖ’ sloganı atması durumunda bu beş milyon insana karşı yapılacak silahlı veyahut silahsız şiddet hareketleri bu KHK kapsamında değerlendirilecek midir? Veyahut bu insanlar kendilerine saldıran silahlı veyahut silahsız insanlara karşı savunma yaptıklarında meşru müdafaa hakkından faydalanacak mıdır? Bu temel bir sorudur. Ayrıca siyasi iktidar temel çıkarları ile örtüşmeyen demokratik protestoları terör faaliyeti olarak tanımlama yoluna başvurursa ve amacın hükümet devirmek olduğuna ilişkin bir siyasi iddiada bulunursa durum ne olacaktır?

HİTLER BUNU NASIL UYGULAMIŞTI?

1933 yılında Adolf Hitler’in KHK ile sivillere polis yetkisi verdiğini hatırlatan Akalın, “Tarih 22 Şubat 1933 Adolf Hitlerin Almanya’sı çıkardığı kanun hükmünde Kararname ile Adolf Hitler ve Nazi Partisi üyelerini korumak için KHK ile sivillere polis yetkisi verildi. Siyah gömlekli SS üyeleri, yardımcı polis gücü ve daha sonraları toplama kampı muhafızları olarak da hizmet verdiler. Kendilerine fırtına birlikleri ismini verdiler. Bu grup 1934’ten sonra Nazi Partisinin özel ordusu haline geldi ve bunlara SS birlikleri denildi. Bu üniformasız polisler, siyasi muhalifleri ve Nazi rejiminin yasaları ile politikalarına boyun eğmeyi reddedenleri belirlemek ve tutuklamak için tüm Almanya’da insafsız ve zalim yöntemler kullandı.” diye konuştu.

İKTİDARIN NİYETİ HALİS İSE ŞÖYLE BİR DÜZENLEME YAPABİLİRLER

Böyle bir düzenlemeye gerek olmadığını öne süren Akalın açıklamasını şöyle sonlandırdı: “Öncelikle esasen böyle bir düzenlemeye ihtiyaç dahi yoktur. Şöyle ki demokratik bir düzende demokratik hukuk devleti güvenceleri içerisinde yaşamak her vatandaş için bir haktır ve vatandaşlar bir temel hakkın ellerinden alınmasına yönelik fiillere karşı mütekabiliyet esasına göre meşru müdafaada bulunabilirler. İktidar buna rağmen bir ihtiyaç hissediyorsa bu her halükarda bir af olup görüşülmesi gereken yer TBMM'dir. Hukuka aykırı olarak KHK ile düzenlenmek isteniyorsa da aşağıda bir taslak olarak sunduğum metin ihtiyaca yeterince cevap verir ve Türkiye'yi gereksiz tartışmalardan uzak tutar. Yeter ki niyet halis olsun 15/7/2016 ve 16/7/2016 tarihlerinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve teşebbüsün icrasına yönelik cebir ve şiddet içeren eylemlerinin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır. Türkiye’yi demokratik hukuk devletinin ilkelerine göre anayasal çerçevede yönetmek tüm iktidarlar açısından hukuki bir zorunluluk olup, hukuk kendini eğip bükenlerden hesap sormasını bilen bir bilim dalıdır.”