Geçen yazıda Suriye krizine yol açan dinamiklerden söz etmiştim. Bu yazıda Suriye krizinde rol alan ülkelerin ve ana aktörlerin Suriye stratejilerini inceleyelim ve beklentilerinin ne olduğunu görelim.

ABD: Dünya’da nerede bir musibet varsa sorumlularından en az biri ABD’dir. Dünya kaynaklarını babasının malı zanneden ABD, yöneticilerini satın alamadığı ülkeleri karıştırarak amacına ulaşmaya çalışmaktadır. Amerika tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını da kontrol etmek istemektedir. Bu amaçla İsrail yanına güvenilir bir müttefik istemektedir. Büyük Ortadoğu projesinin özü de budur. Ana amacı Irak, Suriye Türkiye ve İran’dan koparılacak topraklarla güdümlü bir Kürdistan devleti oluşturmaktır. Irak’ta yaşanan parçalanma sürecine bakarsak Suriye’de olanları daha iyi okuyabiliriz. Açıkçası ABD Ortadoğu enerji kaynaklarını (petrol, doğal gaz) sömürmesini güvenceye alacak bir uydu devlet olarak Kürdistan devletini kurmak istemektedir. Suriye stratejisi de bununla bağlantılı olarak Kürtlerin Türkiye sınırında yapılanmasını sağlayıp Lazkiye limanına kadar bir bölgeyi kontrol altına alıp Suudi Arabistan, Irak ve Yemen petrollerini ve doğal gazını kendi kontrolünde Akdeniz’e ulaştırmak olarak gözükmektedir. Halen 2,5 milyar varil rezervi olan Suriye Petrollerinin %80’i ABD destekli YPG/PYD güçlerinin eline geçmiş durumdadır. ABD bu stratejisini gerçekleştirmek için tıpkı El Kaide terör örgütünde olduğu gibi İŞİD kartını Ortadoğu’ya sürmüştür. Kafa kesen bu canilerin Suruç’ta, Ankara Garında, Kobani’de, Irak ve Suriye’nin muhtelif yerlerinde yaptıkları katliamlar dünyada radikal İslam nefreti uyandırmış, Kürtleri de mazlum sınıfına geçirmiştir. Amacına ulaşan ABD YPG/PYD teröristlerini ağır silahlarla donatıp Suriye petrollerine çökmüştür. Amerika bu terör örgütleri eli ile Akdeniz’e ulaşacak koridoru yaratana kadar ortalığı karıştırmaya devam edecektir. Her zaman olduğu gibi maşa kullanıp elini yakmaktan kaçınmaktadır

RUSYA: Akdeniz’deki tek müttefiki Suriye’yi kaybetmek Rusya için Akdeniz’den dışlanmak anlamına gelecekti. Ana stratejisi Suriye rejimini kurtarmak ve Suriye’de kalıcı olup hem Akdeniz’de hem de Ortadoğu’da ağırlığını artırmak üzerine kurdu. Bu yüzden sıkışan Suriye yönetiminin davetine balıklama atladı. Suriye hükümetini tam denetimine aldı. Yıllardır etkin kullanamadığı Tartum limanını 49 yıllığına kiralayarak burada büyük bir deniz üssü kurdu. Limanı derinleştirerek nükleer denizaltıların ve ağır tonajlı savaş gemilerinin yanaşabildiği büyük ve donanımlı bir deniz üssüne kavuştu. Böylelikle Akdeniz’de donanmasını rahatça gezdirebileceği imkânlara kavuşarak stratejik kazanım elde etmiş bulunuyor. Lazkiye’deki Hmeymim hava üssü dahil ülkenin üç yerinde hava üssü ve S400’lerle donatılmış hava savunma sistemini kurdu. Türkiye Amerika’dan PYD/YPG kazığı yiyince ve silah ambargosu ile karşılaşınca kendisine yanaşmasını fırsat bilip 2,5 milyar dolarlık S400 füzesi sattı. Suriye’ye kurduğu hava savunma sistemi sayesinde hava sahasını ihlal eden her uçağı düşürebilecek kabiliyete sahip. Bu yüzden Türkiye’nin Suriye üzerinde savaş uçağı uçurması mümkün olmamaktadır. Amaçladığının bile üzerinde kazanım elde etmiş durumda.

İSRAİL: Bütün stratejisi Suriye’nin zayıflayıp parçalanması üzerine kurmuştur. Çok ortada gözükmeyip arada vurup kaçmaktadır. Kaşla göz arasında Golan Tepelerini ilhak etti. Canı istediğinde kâh Suriye’yi vuruyor kâh Filistin’i. Büyük İsrail hedefine hizmet eden savaşı ellerini ovuşturarak izliyor.

TÜRKİYE: BOP eş başkanlığı hevesiyle Suriye ile geliştirilen dostluğa sırt dönüldü. Gerekçesi Esad’ın halkına zulmeden diktatör olması idi. ABD dolduruşu ile Suriye’nin karışmasına çanak tutuldu. Oysa dünyada geri kalmış ülkelerde özellikle de Ortadoğu’da halkına zulmetmeyen rejim mi vardı? Şam’da Emevi camiinde namaz kılma hayali İŞİD tehdidi yüzünden vatan toprağı olan Süleyman Şah Türbesinin kaçırılması ile son buldu. Yani vatan toprağı yitirildi. İŞİD militanlarının Türkiye’de katliamlarına, Suriye’de Kürtleri ve Yezidileri katletmesine sessiz kalındı. İŞİD militanlarının Türkiye üzerinden Suriye’ye geçmesine göz yumuldu. Bu savaş yüzünden 5 milyon civarında mülteciye bakmak zorunda kalındı. Ana stratejisini sınırında terörist oluşumları önlemek olarak belirtmesine karşın İŞİD’in sınırında Türk askeri öldürmesine bile kaza deyip kılını kıpırdatmadı. Suruç ve Ankara katliamları yaşanmasına rağmen İŞİD’e operasyon düzenlenmedi. İŞİD Kobane’de gözle görülecek mesafede Kürtleri keserken müdahil olunmayarak tarihi fırsat kaçırıldı. O dönemde Kürtler direk müdahale ile kurtarılsa idi hem YPG/PYD’nin kucağına atılmayarak sınırında istediği gibi güvenlik bölgesi oluşturabilecek hem de dünyanın sempatisini kazanacaktı. Sınırında dünyanın nefret ettiği katil sürüsünü temizleyip sınırda güvenli bölge oluşturmasına kim ne diyebilirdi ki? Üstelik Kürtleri kurtarmış ülke olarak ABD’nin oyununu bile bozabilirdi. Onun yerine ülke toprakları açılarak Peşmergeler ve PKK’nın Suriye uzantıları kahraman yapıldı. Ne zaman ki bu örgütler tüm sınırı ele geçirme aşamasına geldi, son kalan İŞİD bölgesine operasyon düzenlendi. İŞİD’e gösterilen bu tolerans ihmal mi, beceriksizlik mi, öngörüsüzlük mü yoksa ihanet miydi anlaşılamadı. Ancak Rusya’nın sürekli olarak Türkiye’de bazı etkili kişilerin o dönemde İŞİD ile petrol ticareti yaptığını ve ellerinde görüntüler olduğunu iddia etmesi zaman içinde unutuldu gitti. Sınırında YPG/PYD’nin güçlenmesi üzerine Türkiye önce Fırat Kalkanı sonrasında da Zeytin Dalı Harekâtları ile oyunu bozmaya çalıştı. Bu süreçte ABD ile ilişkileri bozulunca çaresizce Rusya ile yakınlaşılıp 2,5 milyar dolar karşılığında Rus S400 füze sistemleri satın alındı. Bu hamleye ABD’nin kızması sonucu hem ambargo ile karşılaşıldı hem de hâlihazırda 1,5 milyar dolar ödediği F-35 projesinden dışlanıp parası ödenmiş uçaklar dahi alınamadı. Bu arada S400 füzeleri aktif hale getirilmeyip hangarlara kaldırıldı. Öyle ya kime karşı kullanılacaktı o füzeler? Rusya’ya karşı kullanılamaz. NATO ve ABD’ye karşı hiç kullanılamaz. Müttefik olarak da elinde sadece paralı dinci gruplar kaldı. Onlar da İdlib’te sıkışmış durumdalar ve Mehmetçiğin canı pahasına orada tutunmaya çalışmaktalar.

Türkiye Şam rejimini devirme amacıyla Suriye’deki mezhep savaşının ortasına kurulunca maalesef gencecik fidanlarımızı bataklığa sürüklemiş olduk. Stratejimiz gerçekten sınırlarımızı teröristlere karşı korumak olsa idi İŞİD zamanında bunu yapar ve sınırımızda geri dönülmez PKK ve dinci Nusra teröristlerinin yuvalanmalarına izin vermezdik. Bu bataklık içinde umudumuz az hasarla bu badireyi atlatmak ve ivedilikle Türkiye’nin çıkarına olacak stratejileri belirlemektir. Bu açmaza sebep olanların ortalıkta kahraman edası ile dolaşması ise verilen şehitler kadar acı vermektedir. Tüm bunlar olurken NATO’yu olağanüstü toplantıya çağıran hükümetin TBMM’yi acil toplamaması ayrı bir garabettir. Bugün için bu savaş sadece Türkiye’nin ekonomik krizle, mülteci sorunuyla, sanayinin, tarım ve hayvancılığın tükenmişliği ve eğitim sisteminin çökmesi gibi gerçek sorunlarla yüzleşmesini geciktirmektedir. Eninde sonunda beslediğimiz paralı dinci katillerin elimizde patlaması olasılığı da oldukça yüksektir. Şimdi söyleyin bakalım bu savaşın kazananı kim?

Sözün Özü: HİÇBİR SAVAŞIN KAZANANI YOKTUR, DAHA AZ KAYBEDENİ VARDIR.