İçimden bir ses “ Zeytin çiçekleri açtı dağlarda, zeytin ormanlarında. Daha niye durmaktasın buralarda? Git buralardan, dağlara çık. Zeytin ormanlarını bul. Sar kollarını asırlık zeytin ağaçlarına, kucakla çatlamış kabuklarıyla gövdelerini.  Bak bakalım kolların sarıyor mu ağacın gövdesini… Bakalım içinde zeytin çiçeklerinin kokusu boy vermiş mi? İçinde bir yerlerin hasreti nüksetmiş mi yeniden zeytinin kokusuna?

Portakal çiçekleri ve mandalinalar çoktan meyveye durdu. Turunçlar hatta limonlar ve greyfurt… Daha var mı bilmiyorum ama hepsi meyvede şimdi. Bebeğe durmuş analar misali hepsi. Kutsal mı kutsal her birinin işleri. Dünyaya bir hayat getirmek için ve hayattan bir soluk almak için ne denli gayretteler görüyor musun? Nasıl da sessiz ve ciddi, nasıl da mütevekkil ve işinin şuurunda…

Paçalı puhu yaşlı dünyamıza üç yavru verdi armağan olarak.

“ Ne duruyorsun?” diyor hala içimdeki ses. “ Ne duruyorsun çocuk? Sen öylesine geldiğini mi sanırsın bu dünya sahnesine? Bu dünya sahnesinde nasılsa sana da bir parçacık yer bulunur. Verilir eline bir takım nimetler, bir avuç gün ışığı nasılsa sana da sunulur. Aç kollarını seni sevenlere ve senin sevdiklerine. Bir damla gün ışığı da sen sun be kardeşim diğerlerine. Gün ışığı nasılsa hepimizin değil mi? Günler, geceler, sabahlar, öğlenler, akşamüstleri, uzun geceler ve gece yarıları da herkesindir zaten. Göklerden bir yıldız koparıp sunarsan sevgiliye, gökyüzü hemen küsmez hemen darılmaz, korkma. 

Bir koşu tuttur şimdi şu yemyeşil tepeden aşağı… Sakın basma hoyrat ayaklarınla yeşilin hiçbir türüne aman! Ayakların yeri öpercesine dokunmalı zemine ama tüm yeşillere saygılı olmalı. Uçuver gitsin yeşil çimenlerin üzerinden en iyisi. Bir gayret göster, azıcık gayret… Sonra bırak kendini yavaşça boşluğa ve süzül mavi göklerin derinliklerine.

Zeytin çiçeklerini unutmamalı insan.

Zeytinin kokusu hoştur, latiftir, baygındır ve aşka benzer insanın içine işleyişi.

Zeytin ağacı tutunmak için hayata,  yer ayrımı yapmaz çok zaman. En mümbit toprağın derinliklerine de salar köklerini, en sert kayaların göğsüne de.

Bence, papatya çiçeklerinden de söz etmeli insan.

Köstebek neden çıkmaz yeryüzüne? Toprağın karanlık derinliklerinde neden gezer? “ O da dünyadaki nice güzelliklerden nasibini alsa ya…” diyesi gelir insanın. Kafasında dolaşan soru işaretlerini koyacak yer bulamayınca, “Unut gitsin” der sonra kendine, “ Sana mı düştü tasası, ey dünyanın maskarası…” diye azarlarken kendini. 

Evlerin dış duvarlarına “Ali Ayşe’yi seviyor…”diye yazı yazan çocuğun safiyetine dikkat ettiniz mi? Aynı yazıyı, evlerinin oturma odasına yazmayı denesin bakalım o masum yavrucuk… Annelerin yüksek isabet oranına sahip terlikleri nasıl da şaşırmaz hedefini. İş terlikte midir, annelerin nahif ellerinde mi, bilinmez.

Öğrenciyken nasıl zorlanırdık içinde türlü çeşit bilinmeyenler barındıran problemleri çözerken. Havuza dolan suyun tatlı mı tatsız mı olduğunu bilmeli değil mi insan? Kaç saatte dolup boşalacağını bilsen ne olur havuzun, bilmesen ne olur? Önemli olan havuz suyunun insanların ağızlarına girip girmemesidir bence.

En iyisi, çiçeklenme mevsiminde birkaç zeytin ağacı bulup koklamalı zeytin çiçeklerini. Söylendiği gibi baygın baygın kokuyorsa ne ala, yoksa neden dolaşmalı insan kokmayacak çiçeklerin peşinde? İnsanların, her zaman daha önemli işleri vardır zaten ne zaman sual eylesen.

Toprağın altında yaşayan sadece köstebek değildir. Daha nice mahlûkat seçmiş toprak altını yaşamak ve çalışmak için.  Nice mahlûkat güneşsiz dünyasında mutlu mesut yaşar da, diğer mahlûkat bu mutluluğa akıl erdiremez bir türlü. Oysa cevap ne basittir. Yaşa da nasıl, nerede ve ne surette olursa olsun yaşa. Yeter ki yaşa... ! Bitti.                                                                   

Necmi Duygulu