2020 yılını uğurlamak üzere olduğumuz bu günlerde yeni keşfettiğim, ancak bundan sonra “köy enstitüsü” dendiğinde mutlaka anımsayacağım aşağıdaki öyküden söz edeceğim...
Öyküyü “Şiir Ekspresi” sitesinde okudum. Sitenin kurucusu Batuhan Atak. Öykü, yaşanmış bir olay.
Öyküye geçmeden önce, o yıllara ait kendi gözlemlerimden söz etmeden geçemeyeceğim. 1950’li yıllar… Köy enstitülerinin kuruluşunun onuncu, II. Dünya Savaşı’nın sonlanmasının beşinci yılı. Her taraf toz-duman, yokluk-kıtlık içinde. Çoluk-çocuk, herkes eve ekmek götürme derdinde... Köylerde ana-baba, dede-nine, çoluk-çocuk, tüm oranda tarlalarda çalışmak zorunda. Kasaba ve şehirlerde ise; kimi su, kimi gazete, kimi ciklet, kimi simit-kurabiye, limonata, boza satmakta. Kimi de kurulu bir tezgâha çırak olup, zamanla kalfalığa terfi etmeyi beklemekte.
Tüm kazançlar sofraya ekmek-çorba koymak için. Bu yıllarda çocukların cebinde kağıt para değil, bozuk para bile bulunmamakta... İlkokul öğrencilerinin cebinde kırık-dökük bir kurşun kalem bulunabilir ama her çocuğun silgisi, boya kalemi olmaz. Çünkü cebinde onu alacak para bulunmaz... O günün Türkiye’si bu durumda. Örneğin; ilkokul dördüncü sınıfta, dönem sonunda, karne notları iyi olanlara, içinde beş tane kuru boya kalemi bulunan boya kalemi kutusu hediye edildiğinde yaşadığım sevinci unutamam… Çünkü ilk kez boya kalemim olmuştu… Hem de köyde değil, ekonomik durumu iyi olduğu bilinen Keşan ilçesinde yaşadım bunu....
Bir başka anım: 1960 yıllar... Edirne Erkek Öğretmen Okulu’nda öğrenciyim. Babam birkaç yıl önce vefat etmiş. Anamla ağabeyimin gönderdiği ayda yirmi liranın en az yarısını biriktirip geri götürme derdindeyim. Masraf yapmamam lâzım... Çünkü evde beş kardeşim daha var… Yazılı sınavdayız… Kolumu arkaya uzatıp, arkadaşın silgisini almak istedim. Arkadaş elime vurarak, “kendine silgi al” dedi ve silgiyi vermedi… Elim ve yüreğim halâ acır! İşte bu olayı yaşadığım yıllardan yaklaşık on yıl kadar önce, Kastamonu’nun Taşköprü ilçesine bağlı Boşnak Köy ve Arnavutlu adlarında iki orman köyünden Ali ve Kerim adlı iki ilkokul öğrencisi Kastamonu ilinin Gölköy Köy Enstitüsü sınavlarına katılmak
üzere yaya olarak yola koyulurlar... Ancak ceplerinde para yoktur… Sadece anası, Ali’ye küçük bir sepet içinde on yumurta vermiş, bu yumurtaları satarak kalem ve silgi almalarını söylemiştir… Kerim’de o da yoktur... Yılanların, çıyanların kaynadığı, toz-toprak içindeki engebeli yollardan, çalılar dikenler içinden geçerek yirmi kilometrelik bir yürüyüşten sonra kasabaya gelirler. Ali, yumurtaları bir bakkala vererek, karşılığında bir kurşun kalem ile bir silgi alır ve bunları ikiye bölerek arkadaşı Kerim ile paylaşır… Ali ile Kerim sınava girerler. Ama o ne? İkinci gün de sınav olduğunu öğrenirler. Kasabada bir gün daha kalmaları gerekmektedir. Kara kara düşünmeye ve kasabada serseri mayın gibi dolaşmaya başlarlar. Geceyi bir duvarın dibinde geçirmeye karar verirler. Ama onların halinden anlayan hayırsever bir kadın, bu küçük delikanlıları, o gece, iki Tanrı misafiri olarak evinde konuk eder. Ertesi gün Ali ile Kerim sınava girerler. N’olur biliyor musunuz? Ali ile Kerim Kastamonu /Gölköy Köy Enstitüsü’nü kazanırlar... ve sonra otuzar yıl öğretmenlik yaparak her meslekten çok sayıda adam yetiştirmenin mutluluğunu yaşarlar… İşte bu öğretmenlerden Kerim Öğretmen, zaman içinde, arkadaşı Ali öğretmenin evine her uğradığında, Ali öğretmenin oğlu Zafer’e sorular sorar. Aldığı doğru ve zekice cevaplar karşılığında Zafer’e sevgi dolu bir “Aferin” hediye eder. Ancak bir gün Kerim öğretmen, Zafer’e sorduğu sorunun yanıtını alamayınca: “Babana sor! Baban bu sorunun cevabını sana söyler!”
der…
Zafer’in cevaplayamadığı soru şudur: “On yumurta kaç öğretmen eder?”
Böylece o günün küçük Zafer’i, babasının yaşadığı bu güzel öyküyü bizlerle paylaşarak bu günlere aktarmış ve on yumurtanın kaç öğretmen ettiğini bizlere de öğretmiş olur. Sadece bunu paylaşmakla kalmaz, babasının şu çarpıcı Atatürk Cumhuriyeti tanımını da paylaşır bizlerle: “Köyden on yumurta ile çıkan iki çocuğun öğretmen, subay, mühendis, milletvekili, hatta cumhurbaşkanı olabildiği yönetime Cumhuriyet denir...”
Kendisine çok teşekkürler ve gönül dolusu selamlar… 2021 yılnının hepimize, sağlık, mutluluk, sevgi dolu, sağduyulu günler getirmesini ve Atatürk Cumhuriyeti’nin bireyi olmanın gururunu yaşatmasını isterim. Saygı ile sevgi ile...