Yunus Emre, “Türkçe, şiir dili değildir, Türkçe ile şiir yazılamaz” diyen Tevfik Fikret’e, yedi asır öncesinden cevap vermiş, Selçuklu Devleti’nin devlet dili olarak Farsça'yı kullandığı, Mevlâna’nın mesnevisi’ni Fars’ça yazdığı 13.yüzyılda, Fars'ça bilmesine rağmen şiirlerini Türkçe yazmıştır..
“Ben gelmedim dava için
Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim”
“Ne varlığına sevinirim
Ne yokluğuna yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni”
“Cennet cennet dedikleri
Bir kaç köşkle bir kaç huri
İsteyene ver sen onu
Bana seni gerek seni..”
“Bir kez gönül yıktın ise
………bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
……elin yüzün yumaz değil
“İlim ilim bilmektir
………..ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
…………..Bu nice okumaktır”
“Dört kitabın manası bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin/Bu nice okumaktır”
“Elif okuduk ötürü/Pazar eyledik götürü
Yaratılanı hoş gör/Yaradan’dan ötürü
”Yunus der ki: Ey hoca,
…….gerekse var bin hacca
Hepisinden iyice bir gönüle girmektir”
“Yetmiş iki millete
………….bir göz ile bakmayan
Şer’in (dinin) evliyasıysa hakikatte asidir” dizeleriyle, tüm gönüllere seslenen ve “Koca Yunus”, Miskin Yunus”, “Derviş Yunus” lâkaplarıyla anılan Yunus Emre,

“Aşkın aldı benden beni/Bana seni gerek seni

Ben yanarım dünü günü/ Bana seni gerek seni” diye andığı yüce Yaratıcı’ya günümüzden 700 yıl önce kavuştu.
“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı”
“Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz” dizesiyle de “ya hayır konuşun ya susun” diyen peygamber efendimizin yolunda olduğunu gösterdi....
“Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz” diyerek, nasıl yaşamamız gerektiğini anlatırken, “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” dizesiyle de, bu ölümlü dünyada var olmanın sırrını, tek bir dizeyle anlatan eşsiz bir tasavvuf şairi olduğunu da kanıtladı..
Onunla ilgili söylencelerden biri şöyle: Başka bir gönül sultanı olan Hacı Bektaş Veli, dergâhına gelen Yunus Emre’yi, Tapduk Emre’ye gönderir. Tapduk Emre Dergahı’nda kırk yıl hizmet eden Yunus Emre, hizmet ettiği süre içinde, dergâha bir tane olsun eğri odun getirmez… Bunun nedenini soran Tabduk Emre’ye; “Senin dergahına odunun eğrisi bile giremez” diye cevap verir...
Nihayet bir gün Tapduk Emre, Yunus Emre’yi yanına çağırarak: “Alacağını aldın, olgunlaştın, piştin! Yola çık ve çevreni aydınlat” der. Bu buyruk üzerine Yunus Emre yola koyulur. Yıllar sonra yeniden dergâha döner. Heyecanlıdır. Çünkü şeyhinin kendisini nasıl karşılayacağı endişesini yaşamaktadır. Yunus Emre’yi dergah kapısında Tapduk Emre’nin hanımı karşılar. Hal-hatırdan sonra,Yunus’a der ki:
“Sen, kapının eşiğine uzan… Tapduk Emre sana âsâsıyla dokunacak, bu kim ? diye soracak...O zaman duruma göre hareket edersin.” Olay bu şekilde gerçekleşir. Yaşlılık nedeniyle gözleri görmeyen Tapduk Emre, bastonunun yardımı ile dış kapıya doğru ilerler. Kapının eşiğine gelir. Eşik önünde oturmuş olan Yunus Emre’ye, âsâsıyla dokununca, “Bu kim?” diye sorar.. Tapduk Emre’nin hanımı “Yunus” der. Tapduk Emre: “Bizim Yunus Mu?” diye sorunca , koca Yunus oturduğu yerden fırlayarak göz yaşları içinde, mürşidinin ellerine sarılır. Çünkü pîri tarafından kabul edilmiştir...O artık
miskin Yunus, ermiş Yunus’tur…
1965 yılında, Atatürk Cumhuriyeti’nin, bizim gibi orta direk çocuklarına sağladığı fırsatlardan yararlanarak girdiğimiz ve öğretmenlerimizin bize öğrettiklerinden ve yüce Yaradan’dan başka bir torpilimiz olmadan kazandığımız sınavlar sonunda, Edirne Erkek Öğretmen Okulu’nda okuma hakkını
elde ettiğimde, edebiyat öğretmenim merhum Dursun Çelikkol’un Yunus Emre ile ilgili anlattıklarından aklımda kalanların bir kısmını sizlerle paylaşmış oldum. Bu öykülerin dahası da var. Örneğin: yıllar sonra, Yunus Emre’nin ününü duyan, ama Yunus Emre’nin verdiği mesajların dine aykırı olduğunu düşünen Molla Kasım adındaki islâm âlimi, oturduğu dere kıyısında, kağıtlara yazılmış Yunus Emre
şiirlerini okuyup okuyup, şeriata aykırı diyerek, bir kısmını sağa sola, bir kısmını akan dere suyuna atar. Fakat bir şiirde donup kalır! Çünkü donup kaldığı bu şiirde Yunus Emre: “Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme /Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir” demektedir. Bu dizeleri okuyan Molla Kasım iliklerine kadar titrer, şiirleri atmayı bırakır. Yunus’un ermiş (velî) olduğuna inanır...
O günden sonra Yunus Emre’nin yazdığı 3000 şiirden 1000 tanesini balıkların, 1000 tanesini kuşlarla meleklerin ve geri kalan 1000 tanesini de insanların okuduğuna inanılır..
Ben Ali Koç Elegeçmez öğretmen, Molla Kasım adını ilk kez, internette (antoloji.com’da) 12.06.2006 tarihi ile kayıtlı olan “Edirne’de Bir Eski Mezarlık” adlı şiirimde kullanmıştım.. Evet, öğrencilerine, ballandıra ballandıra Yunus’u anlatan Dursun Çelikkol öğretmenimizi rahmetle anarken, başka bir bilgiyi de anmadan geçemeyeceğim.. Unesco, 1991 yılını Yunus Emre’nin doğumunun 750.yılı olarak kutladı ve 2021 yılını da anma ve kutlama yapılacak yıllar arasına alarak Yunus Emre’ye adadı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayip Erdoğan, 29 Ocak 2021 tarihli genelgesine ek olarak yayımladığı 12.02.2021 tarih ve 31393 sayılı genelge ile 2021 yılının “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” ile birlikte, İstiklâl Marşımızın kabul edilişinin 100.yılı, Hacı Bektaş Veli ve Ahi Evren Yılı olarak anılmasını istediler... Bu vesileyle yazdığım bu yazıda, Yunus Gönlü taşıyan bütün merhumların makamlarının cennet olmasını, hepimizin sevdiklerimizle birlikte güzel bir Ramazan Bayramı geçirmemizi ve daha sağlıklı günlere ulaşmamızı diliyorum… Esen kalınız.