Şimdi bu yazıyı yazarken bile, gazetede adına bakmam gerekir, hatırlamak için.. yani hiç tanımam… Bakmayacağım da adına, çünkü mesele “o öğretmen” değil, adını tekrar yazmanın gereği yok bu yüzden.
O sadece basit bir örnek…
Günlerdir konuşulan, yazılan, Edirne Milletvekili Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu Keşan’daki AKP İlçe Teşkilatı toplantısına katıldığında, o toplantıda sunuculuk yapan (hatta tanık olanların ifadesine göre sunuculuğun da ötesine geçen), yani 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 7. maddesindeki Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.” bendini ihlal eden genç öğretmen arkadaşımızdan bahsediyorum. Ama dediğim gibi, ondan bahsetmiyorum, o sadece yaşanan son örnek.
Soruşturma açılacaksa, “azmettirenlere” açılmalı.
Suça teşvik eden, çanak tutan, yolu açanlara…
Bunu söylerken de, ne o öğretmenin bağlı olduğu kurumun amirinden, ne mülki amirden bahsediyorum. Bizim muhabir arkadaşlar, ellerinde olan, ulaşabildikleri onlar olduğu için onların üzerine gidiyor ama.. suç, onların da değil!
Hatta ve hatta, AKP İlçe Teşkilatı’ndan ve bu organizasyonun sorumlularından da bahsetmiyorum!
Ayrıca, keşke Devlet Memurları Kanunu’nda -ayrımcılık yapma kısmı hariç- böyle bir madde de olmasaydı. Ama şu durumda var ve yasalar herkesi bağlar.
Asıl suç ne biliyor musunuz?
Hem de sadece yasalara göre suç değil; aynı zamanda insanlık suçu…
Elde ettiğin gücü; insanları “ötekileştirmek” için kullanmak, “benden olanlar” ve “olmayanlar” diye ayırmak, “benden” dediklerine sınırsız hoşgörü, “benden değil” dediklerine uzun tutuklulukları, hastalıkları, ölümleri, zindanları layık görüp bundan da hiç vicdan azabı duymamak!
Hakkını arayana biber gazı, yalakalık yapana ödül vermek…
“Kendinden” olanların, mevki makam saygısı tanımaksızın, olabildiğince kuralları hiçe sayarak “dalkavukluk” yapmasını teşvik etmek, dik duran herkesi sindirmeye çalışmak…
Bu, yeni bir şey değil… Temelleri 1950’lerde atıldı.
Bugün üstüne konan, epeyce iri bir tüy’dür sadece…
Suçun büyüğü..
“Dik durup zülmü yaşamak” ile “yalakalık yapıp gününü gün etmek” seçeneklerini sunduğunda,
tereddütsüz ikincisini seçmesi için, insanları cehalete mahkum etmek!
Bunu; sıradan, elinden okuma hakkı alınmışlar değil sadece..
Okumuşlar, öğrenmişler, o olmuşlar, bu olmuşlar……. yapıyor…
Bunu bir “öğretmen”in yapması ise..
Bittiğimiz noktadır!