Panayırlarda Keşan esnafı ve Keşan dışından gelen esnaf panayır yerinde sergilerini kurardı. Keşan halkı da panayıra çok ilgi gösterirdi, sergilerden beğendiği ve fiyatını uygun gördüğü malı satın alırdı.

Panayır boyunca Keşan’da bayram havası yaşanırdı. Genç kızlar her akşam en güzel elbiselerini giyer, panayıra öyle gelirlerdi. Köylülerimiz de panayıra çok rağbet ederdi. 1950'den önceki panayırları da hatırlıyorum. O günün Türkiye’sinde Keşan’da dahi benim bildiğim iki taksi vardı. Bu sebeple köylülerimiz panayır başlamadan bir gün önce öküz arabaları ile Keşan’a gelirler, bir hafta Keşan’da kalırlardı.

Panayırlarda mutlaka yağlı güreş yapılırdı. O zamanın namlı pehlivanları herhalde önceden davet edilirdi.

Halkı eğlendirecek uçan salıncaklar ve daha başka gösteri aletleri de gelirdi.

Çadır tiyatroları da gelirdi. Çadır tiyatroları bildiğimiz tiyatrolardan değildi. Bu tiyatrolarda bayan oyuncular sadece dans ediyor, halkı eğlendiriyordu. Bu tiyatroların da müşterisi bulunuyordu. 

O günün panayırlarının ekonomik işlevi vardı. Panayır kurulması ekonomik sebeplere dayanıyordu. Panayırlar alıcı ile satıcıyı buluşturuyor, iki taraf da kârlı oluyordu. 

Bugünkü Türkiye’de halkımız arzu ettiği elbise, tişört, kot pantolon, etek, ayakkabı vesaire ihtiyacı olan her türlü ürünü mağazaya gitmeden internetten daha ucuza buluyor, ısmarlıyor, evine getirtiyor, sipariş ettiği ürünün istediği kalite ve ölçüde olmadığını görürse malı iade ediyor ve hiçbir itirazla karşılaşmıyor. Bu sebeple eskiden ekonomik işlevi olan ve ekonomik sebeplerle kurulan  panayırların kurulmasına bugün ihtiyaç yoktur. 

Keşan’da 1950’den sonra da panayırlara devam edildi. Hangi yıldan itibaren panayır kurulmadığını bilmiyorum ama ikinci cihan harbinin yıkıcı etkilerini atlatan ve yavaş yavaş toparlanmaya başlayan batı ülkelerine paralel olarak Türkiye de gelişmeye başlamıştı. Köylülerimiz artık Keşan’a öküz arabalarıyla gelmiyor, Keşan ile köyler arasında seferler yapan kendi köy araçlarıyla geliyordu. Çoğu köylü aynı günün akşamında köyüne dönüyordu. Hepsi olmasa dahi belki bazıları sabahleyin tekrar Keşan’a geliyordu.

Panayır günleri, hıdrellez günü gidilen dallık ve bayram günleri benim için unutulmaz günlerdi. Birkaç defa dallığa da öküz arabasıyla gittiğimi hatırlıyorum. Sonraları dallığa otomobil kiralayarak gittik.

Annem dallığa çok önem verir, bir sürü yiyecek hazırlardı. Babam öğleden sonra dallığa gelirdi. Babam da geldikten sonra bütün aile; abim, ablam, yengem, eniştem ve onların çocuklarıyla yemekleri ağaçların gölgesi altında yerdik. Akşam üzeri yorgun fakat dallıkta yaptığımız etkinliklerin mutluluğuyla eve dönerdik.

Keşan’da dallığa son gidişim sanırım 1966 yılındaydı. Eşimle 1964 yılında evlenmiştim. 1965 yılında oğlum Murat doğmuştu. Hıdırellezin olduğu gün Tuzla Piyade Okulu’nda yedek subay eğitimi alıyordum. Cumartesi pazar günleri tatildi, okul dışına çıkmamıza izin veriyorlardı.Okuldan çıkınca o tarihte Keşan otobüslerinin kalktığı Topkapı’ya geldim. Topkapı’da Keşan’a giden bir otobüse bindim, Keşan’a gittim. Pazar günü Keşan halkı hıdrellez kutlamaları için dallığa gidiyordu. Biz de, eşim ve bütün aile, Uzunköprü yolundaki dallığa gittik. 

Keşan’a kaçak geldiğim için saatinde okula yetişmem lazımdı. Bu sebeple dallıktan öğlen saatlerinde ayrıldım, tabii eşim hüzünlenmişti. O sırada açık olan radyoda

“Alnına koyarken veda buseni yüzüme bu türlü bakmayacaksın” şarkısı okunmaya başladı. Şarkı da tam ayrılık zamanına denk gelmişti. Bu anı hiç unutmadım.

Yaşanmış öyle anlar vardır ki hayali cihan değer.

Panayır günlerini yukarıda söylediğim gibi seviyordum. Babamın küçük bir lokantası vardı. Panayırlarda dükkanımız çok kalabalık oluyordu, dükkanda çalışıyordum. Ancak saat 17:30’dan sonra panayıra çıkıyordum. Akşam saatlerinde panayır çok kalabalık oluyordu. Yukarıda da söylediğim gibi genç kızlarımız en iyi elbiselerini giyer, panayıra öyle gelirlerdi, alışveriş de yaparlardı. Kim bilir genç erkekler de belki sevdiklerini görme umuduyla panayıra giderdi. Sevdiklerini görmek, sevdikleri tarafından görülmek genç erkekleri de genç kızları da mutlu eder. Ben panayır yerinde biraz dolaştıktan sonra oradan ayrılır, uçan salıncaklara binerdim. Zincirlere bağlı salıncaklar çok hızlı dönerdi. Salıncağım hızla dönerken önümde uçan salıncağı yakalamaya çalışırdım, yakalardım da.

Bayram günleri de benim için önemliydi. Bayram sabahı babam erkenden kalkar, Hersekzade Ahmet Paşa’nın yaptırdığı büyük camiye giderdi. Ben babamla gidemezdim, biraz geç kalkardım, ancak bayram namazlarına mutlaka yetişirdim.

Bayram benim açımdan gerçekten güzel geçerdi. Ahmet amcam ve bütün ailesi bize gelirdi, biz de onlara giderdik. Bir de Cemal amcamlar vardı. Cemal amcam babamın akrabasıydı. Ayrıca, babam Kırcaali’den Keşan’a ilk geldiğinde Cemal amcamın yanında çalışmış. Bayramda onlara da giderdik. 

Babam bayramın birinci ve ikinci günleri dükkanı açmazdı, bu da benim için önemliydi. Babamın evde olmasına sevinirdim...