İlk röportajımızı, Keşan’ın yakından tanıdığı, başarılı bir iş ve siyaset hayatı olan, 4 yıl Keşan Belediye Başkanlığı görevinde bulunmuş Metin Atalay Çırpan’la yapmak ve yaşadığı yılların belli kesitlerini  bizimle paylaşmasını istedik. O da kabul etti.
Metin Çırpan, Trakya Ev Tarhanası ve Hazır Çorbalar Gıda Sanayii’nin sahibi. Kızı Nur Çırpan, Gıda Mühendisi Özlem Aydoğdu ve 15 kişilik bir ekiple çalışıyor.
Metin Amca (Amca diyorum, çünkü kendisini Keşan’a geldiğim yıllarda tanıdım ve çok severim), biz kapıdan içeriye girdiğimizde giriş kapısının tam karşısındaki masada oturuyordu. Öğle yemeği saatine yakın gitmiştik. Belli ki acıkmış, bir şeyler atıştırıyordu. Bizi karşıladı ve “Siz çıkın yukarıya, ben geleceğim” dedi…
Çalışma odası üst katta…Güzel ferah bir odası var… Gençlik resimleri, aldığı ödüller, plaketler…Ürettikleri çorbaların paketlenmiş örnekleri…
Penceresinden yemyeşil ağaçlarla dolu bahçesini görebiliyorsunuz.
Bahçede ufak bir de sera var. Marul, dereotu, tere, maydanoz ve dolmasını çok sevdiği pazı yetiştiriyorlar… Kendilerine yetecek kadar… Ağaçların hepsini kendi elleriyle dikmiş… Huzur dolu güzel bir ortamda çalışıyorlar…
Metin Amca çok oyalanmadan geldi. Hepimize hal hatır sordu. İzmir’den de yeni gelmiş.
D.A. - Neden gittiniz İzmir’e?
M.Ç. - İki amaçlı gidiyoruz. Yıllardır çorba verdiğimiz bir gıda firması var. Onlarla görüşüyorum. Hem de sağlık kontrolleri var. İstanbul’da  Bypass oldum. 4 damarım değişti. Sigara içiyordum. O yapmış bana yapacağını. Bingür Sönmez yaptı ameliyatımı.  Sigarayı bıraktım ama başladık kilo almaya. Kontrole gidiyordum 3 ayda bir İstanbul’a. Bingür Hoca’nın asistanı var Deniz Bey. Doçent.  Bana diyor ki “Bırak rakıyı. Sürekli mi geleceksin buraya.” “Uğraşmayın benimle hocam” diyorum. Alışmışız 40 yıldır. Sigarayı bıraktım ya  işte. Sonra  İzmir’de Keşan kökenli bir arkadaşımız var. Çevresi de iyi. Onun yönlendirmesiyle İzmir’de kontrollere gitmeye başladım. İki işi birden çıkarmış oluyorum.
D.A. - Kaç yıl oldu sigarayı bırakalı?
M.Ç. - 10 seneyi geçti… ben onu bırakmadım, o beni bıraktı…
D.A. -Yaşınızı sorabilir miyim?
M.Ç. - 4x20. (Gülüyor.)
D. A. -Aslen Keşanlısınız değil mi?
M.Ç. - Keşanlıyım.
D.A.- Tarhana ilk işiniz miydi?
M.Ç. - Ben de unuttum artık hangisi olduğunu. Babam rahmetli, mandıracıydı. Peynir, kaşer mandırası vardı. Dinçmanlar’ın dedeleriyle 8-10 sene ortaklık yaptılar. Çeltikçiliğe girdiler sonra. Çeltikte 1-2 sene battık, ekmek almaya para kalmadı. Askere gidip geldim. Rahmetli peder almış bir traktör. Masadan kalktık bindik traktörün üzerine. Kuru tarıma yöneldik. 8-10 sene de Meriç boylarında traktörle gezdik. 10 senede 1 kez para kazandık anca. Türkiye’de çeltikçiler biraz para kazanıyor da, kuru tarımla uğraşanlarda bu zor. Baktık yine olmuyor, traktörü de sattık çiftçiliği de bıraktık. Kardeşim var Tekin, onunla beraber çalışıyorduk.
Enez’de son çiftçilik senesiydi. Çocukluk arkadaşım  Dr. Muammer Öztarak,  Enez’de görevliydi.  Bir gün onun muayenehanesine gittim. Oturuyorduk. Orada gazete vardı. Sehpanın üzerinde. Milliyet ya da Cumhuriyetti galiba tam hatırlayamıyorum. Baktım ikinci sayfasında tarhanayla ilgili bir makale. Osman Nuri Koçtürk vardı. Beslenme uzmanı rahmetli. Onun makalesi bana dürtü oldu. Traktörü 50.000 liraya sattık. 10.000 lira Çetin’e ayırdık. 20’şer bin lira da Tekin’le bana. Şimdi gireceğim tarhana işine ama ya tutturamazsak? Nasıl geçimimi sağlayacağım çoluk çocuğun? Bir de yeterli ortam yok. Önce baba mesleği yoğurt işine girdim ama yetmedi kazanç evin geçimini sağlamaya. Tekin’e dedim ki bırakayım sana yoğurt işini. Ben de tarhana işine gireyim. Oradan başladık işte tarhanaya… Başladık ama bütün mahallenin yaşlı kadınları üşüştü başıma, “Delirdin mi sen? Nasıl yapacaksın bu işi? Nasıl kurutacaksın? Nasıl satacaksın?” diye… Sonradan çok destek oldular.. İlk sene 2300 kilo tarhana yaptık. Ama satma konusunda hiç tecrübem yok. Edirne’ye gittik. Kız Öğretmen Okulu’na gittik. Eskişehir, Ankara filan derken, sattık. 8-10 bin lira para kazandık. İlk yıllarda ilkel şartlarda yaptık. Ninelerimizin yaptığı gibi. Yavaş yavaş  iş büyüdü. Önce Eski Gelibolu Caddesi’ndeydik. Büromuz ve imalathanemiz oradaydı. Sonra burayı aldık.
(Bu arada kahvaltı yapıp yapmadığımızı sordu Metin Amca. Size bir şeyler getirsinler dedi. Teşekkür ettik. Çaylarımız geldi, ardından sıkılmış taze mandalina suyu. )
Buranın adı “Keltepe”ymiş. Ot bile yoktu burada… Bir taş var, kompresör bile zor kırıyor. O halden bu hale getirdik burayı. Buradaki ağaçların hepsini ben diktim.
D.A. - Bir tek tarhana yapmıyorsunuz değil mi? Başka çorba çeşitleriniz de var.
M.Ç. - Gıda Mühedisimiz var. Özlem Hanım (Özlem Aydoğdu). AR-GE çalışması yapıyoruz. 4 yıldır birlikte çalışıyoruz. 
Ö.A.  - Hazır çorbalarımız var. 10 çeşit çorba üretiyoruz.
M.Ç. - Osman Nuri Koçtürk’le  sonradan çok iyi ahbap olduk. Kızı da İsveç’te yaşıyor.  Oraya da götürüyor tarhanamızı.  Çok değerli bir adam… Tarhanayı Türkler, Macarlar, Finlandiyalılar dışında kimse bilmiyor.  İzmir’de sürekli çalıştığımız firmanın İtalyan müşterileri tarhanamızı çok beğenmişler.
D.A. - Yurt dışına da gönderiyorsunuz yani?
M.Ç. - İki tane ihracatçı müşterimiz var. Onlar alıp yurt dışına gönderiyorlar başka isim altında. Daha çok Almanya’ya gidiyor. Türklerin olduğu yere…
Kendi markamız ve fason ürettiğimiz tarhana ve hazır çorbalarımızı Türkiye’de zincir marketlere satıyoruz.
D.A. - Tarhananın ve diğer çorbaların yapımında kullanılan malzemeleri nasıl temin ediyorsunuz? Örneğin sebze çorbasının içinde bulunan ürünler yaş olarak gelip sonra mı işleniyor?
M.Ç. - Bizde kural dışı hiç bir işlem yok. Mevzuata uyuyoruz.
Ö.A. - Çorbanın hammaddesi olan sebzeleri kuru gıda olarak alıyoruz. Çalıştığımız belli firmalar var.
“ÜNİLEVER’DEN 100 ÜZERİNDEN 100 ALDIK. BU BİR MUCİZEYMİŞ.”
M.Ç. -  Ünilever’e çorba satıyoruz. Buradaki başarı Özlem Hanım’ındır. Ünilever bizi denetlemeye geldi. İlk denetimde 100 üzerinden 74 aldık. Tabii sınıfta kaldık. Sınıfı geçmek için 85 ve üstü almak gerekiyormuş. İkinci denetimde 100 üzerinden 100 aldık. Ünilever’den bu puanı almak mucizeymiş. Bunu Özlem hanım başardı.
Arkadaşımız Bülent Saylam, araya girerek güzel bir anısını bizlerle paylaşıyor.
B.S. - 1995 yılında Kocaeli’de üniversitede okurken Yahya Kaptan’da bir markette tarhanayı gördüm. Alıp eve getirdim ve arkadaşlarıma pişirdim.
O zaman çok gururlanmıştım. Bu bizim tarhanamız. Keşan’da üretiliyor, dedim. Keşan’da üretilen bize ait bir şeyle karşılaşmak bana kendimi çok iyi hissettirmişti.
D.A. - Yerelden genele ulaşmak ve kabul görmek nasıl bir duygu?
M.Ç. - Tabii ki çok güzel bir duygu. Tamek’le 20 senenin üzerinde çalıştım. O zaman daha ilkel çalışıyorduk ama diyaloğu sürdürdük. Daha sonra Migros’lara girdik. İzmir’de Tansaş’a girdik.
D.A. - Yani çok uzun süreli oluyor firmalarla birlikteliğiniz?
M.Ç. - Tabii dürüst olmak, işi düzgün yapmak önemli. Gerisi geliyor zaten. Onlar oldu mu pek arıza çıkmıyor.
D.A. - Buradan önce Eski Gelibolu (Uğur Mumcu) Caddesinde bir yeriniz vardı değil mi?
M.Ç. - Evet.  Orası ilk yazıhanenin ve üretim yerinin bulunduğu yerdi. Satmaya çalışıyorum orayı da . Biraz hazır para yiyelim dedim ama olmuyor. Satamadık henüz. (Gülüyor)
D.A. - İyi ki  bu işi yapmışım diyor musunuz?
M.Ç. - Valla ben başka işe girseymişim başarılı olamazmışım. Pazarlık yapma huyum yok. Manifaturacılık bakkallık olmazmış yani.
D.A. - Sürekli işinizin başındasınız…
“BELEDİYE BAŞKANI OLDUĞUM ZAMAN KOLTUĞUMU ÇIKARTIP YERİNE SANDALYE KOYDURTTUM.”
M.Ç. - Evet. Ben aylak durmayı hiç sevmem zaten. Belediye Başkanlığı döneminde de koltuğumu kaldırtıp sandalye koydurttum. Bu koltuğun rahatına alışırsam iş yapamam diye düşündüm.
D.A. - İş yaşantınız değiştikçe sosyal yaşantı da değişiyor. Zamanla siyesete de girme düşünceleri oluşuyor. Biz sadece başarılı bir işadamıyla röportaj yapmanın dışında  Keşan’ın köşe taşlarından biri olarak siyaset hayatında da söz sahibi olmuş, bir dönem Keşan Belediye Başkanlığı yapmış birinin tecrübelerini aktarmak, insanlara, yaşadığı hayattan çıkardığı dersleri aktarmak istiyoruz.
Metin Çırpan, “Ders almak isteyen varsa tabii ki” deyip güldürüyor bizi. Biz yazalım da bir kişi bile faydalansa amacımıza ulaşmış oluruz.
“DAĞ KÖYLERİNDEN CHP’YE OY ALAMIYORDUK”
M.Ç. - Benim uzun yıllar sürdü particilik yaşantım. 50’li yıllarda başladım. Askerden geldim.  Partide o zaman çok değerli kadrolar vardı. Edirne’de olsun, Keşan’da olsun… Büyüklerin arkasında koşturuyoruz.… Gençlik kolu başkanıydım. 27 Mayıs ihtilaliyle partiler kapatıldı. Tekrar kurulunca yine bir dönem gençlik kolu başkanlığı yaptım. İnönü’nün (73 yaşındaydı) İstanbul Taşlık’taki evine gittim. Oturduk kahve içtik. Paşa’ya dedim ki “Paşam sizi hiç görmedim bugüne kadar. İki kere Keşan’a geldiniz. Birinde askerdim, birinde de çeltikte”… Dost bir insandı rahmetli. Misafirleri gelecekmiş. Gelenlerden biri de o zamanlar CHP İstanbul  İl Başkanı Nuri Sırmalı. Çok değerli bir adamdı o da…  Avukat Esat Çağ… Onlarla tanıştırdı beni. “Bakın bu genç arkadaşımız beni ilk defa görüyormuş. Ziyarete gelmiş.” diye.  Sonra oturup biraz daha sohbet ettik. 7 ay önce İnönü’ye parti gençlik kolu adına bir telgraf çekmiştim. Duygulu güzel sözler içeren… İnönü de bize cevap yazmıştı. Gönderdiğimiz telgrafa teşekkür ederek, “Sizler gibi  idealist Türk gençliğinin Atatürk’ten devir aldıkları emanetlerle birlikte demokrasiyi de koruyacaklarına inancım tamdır.” diye.  Bu telgrafı partiye verdim ama kaybetmişler.
Gençlik kollarından sonra 2 kere ilçe başkanlığı yaptım.  İsmet Paşa 1963 yılında Keşan’a geldiğinde CHP İlçe Başkanıydım. Ve çok ilginçtir biz göreve geldiğimizde Cumhuriyet Halk Partisi’ne Pırnar, Seydiköy, İzzetiye, Maltepe köylerinden oy alıyorduk, dağ köylerinden oy alamıyorduk. Koruklu’dan sıfır oy çıktı. Sıfır! Çelebi’den 9 oy çıkıyordu. Sonraki yıllarda yaptığımız çalışmalar sonucu sağ oylarda düşüş oldu. Ama çok iyi bir ekibimiz vardı. Mesela Feyzullah Bey (Feyzullah Aktan), Nazmi Başar, Hayrettin Öğünç…
D.A. - Belediye Başkanlığı hikayeniz nasıl başladı?
M.Ç. - 1976 yılında Rasim Ergene’nin vefatından sonra ara seçim yapılacaktı. 3 ay Hayrettin Öğünç kaldı reis vekili olarak. Hayrettin Öğünç ara seçim için bir hafta müsaade istedi benden. Sonra bana “Sen gir. Benim oğlum askere gidecek. İş güç kalacak, ilgilenemeyeceğim.” dedi. Görev bize kaldı.  Bir sene yaptım. Başkanlık yaptığım dönemde her gün 20-25 kamyon asfalt yapıyorduk. Keşan’da 1 karış asfalt yoktu. Pazarda kadınlar paçalarını kaldırarak yürürdü. Çamur içinde kalırlardı. 150 kilometre asfalt yaptık. Diyaloğum çok iyiyidi. Ankara’yla da ilişkilerim iyiydi. Ara seçim sonrasında tekrar belediye başkanı seçildik. Karayollarıyla diyaloglar sayesinde bir kuruş parasız asfalt yapıyorduk. Sebze halini yaptık. Kasapları falan hep biraraya topladık. Erikli Motel 35 yataklıydı, 100 yatağa çıkardık.  Belediye Sarayının olduğu yerde dükkanlar vardı temizledik. Hüseyin Yücel vardı mimar.  Rahmetli oldu. Çok güzel bir proje yaptırmıştık tam belediyeye yakışır şekilde. Dükkanların girişi parktan yana olacak, ana giriş hemzemin, yerle bir olacaktı. İkinci katta öğrenciler için lokantası olan dükkanlar, hizmet binaları falan… Ama işte 12 Eylül ihtilali oldu. Projeyi değiştirdiler. Hoş olmadı. Onu ben Devlet Planlama’dan geçirdim, İller Bankası’nın yürütme kurulundan. Kasım ayında ihaleye çıkacaktı, 12 Eylül oldu!...
Hükümet Konağı yapımında da çok çaba sarfettik hepimiz. Feyzullah Aktan o zamanki paşaya “Bari şunu yol seviyesine indir” demiş. Paşa da “Her şeye karışmayın” demiş. A tipi bir proje olacaktı. Büyükcami’nin oraya kadar değerlendirme imkanı vardı.  Hükümet Konağı’nın arşivi bile yok. Büyük bir külliye olacaktı.
“HAY ALLAH RAZI OLSUN”
D.A. Kaç yıl yaptınız belediye başkanlığı?
M.Ç. - 4 yıl yaptım. 76’da ara seçimle, 77 yılında da seçilerek göreve geldim. 80 darbesine kadar. Herkes kızıyor 12 Eylül’e ama her şey çok çirkin olmuştu. Hedef göstermeler falan…  Darbe oldu sokağa çıktım, Yörük Mahallesi’ne falan gittim. Kimseler yok. Kahvelere girdim. Herkes kaçmış evine girmiş korkudan. Eve gittim. Geceyarısı  saat 03.30’da geldi merkez komutanı. Eşim Mürüvvet “Ben açayım kapıyı” dedi ama istemedim. O zaman kapıyı açınca adam taramalar falan var. Komutan dedi ki “Ordu idareye el koydu”, “Hay Allah razı olsun” dedim…
D.A. - Siyesetten aktif olarak çekilmediniz değil mi?
M.Ç. - Çekildim.  Niçin çekildim? Başkan seçilmeden önce 140 ton tarhana satıyordum. Bir girdik, 4 sene düştü 40 tona… 100 ton buharlaştı… Keşan’da merkez komutanı olarak görev yapan Arda Paşa vardı. Ankara’ya MİT Müsteşar Yardımcılığına tayin olmuştu. Ankara’ya gittiğimizde Arda Paşa bizi yemeğe aldı. Bana dedi ki “Bak Metin, bu iyiliği  benden bil”. Anlattı sonra… O dönem Keşan’da görev yapan bir paşa vardı Tevfik Kural… Tevfik Paşa Ankara’ya mektup yazarak beni tekrar göreve çağırmış. 12 Eylül’den sonra bazı yerlerde uygulamışlardı bunu. Arda Paşa da duymuş beni tekrar göreve istediklerini. Buraya talimat vermiş “Gidin bakın bakalım Metin Bey  işinin başına mı döndü yoksa yine particilikle mi uğraşıyor?” diye. Demişler ki “İşinin başına döndü.”  “O zaman bırakın yapsın işini. Adamı aç bırakmayalım.” diyerek engel olmuş reislik görevine dönmeme… İsteseydiler girerdim. Çünkü kafam bozuluyor bazen…
“CENNET BAHÇESİ İYİ Kİ BENİM ZAMANIMDA BİTMEMİŞ”
Belediye Başkanlığı dönemimde Cennet Bahçesi’yle de ilgili çalışmalar yaptık. Kocadere Göleti için Rasim Ergene (Keşan Belediye Başkanı) zamanında DSİ ile belediye arasında protokol imzalanmıştı. 30 yıl geri ödemeli. Sulama gelirlerini belediye alacaktı. Söz konusu alan Ziraat Bahçesiymiş bizim çocukluk yıllarımızda… Oraları temizlettik. Süleyman Sabri Öznal vardı  Edirne Milletvekili (16. Dönem CHP Milletvekili 1977-1980 arası). Kafası iyi çalışıyordu. Milletvekilleri içinde en üretken milletvekiliydi. Biz ona oy vermemiştik aslında seçimlerde.  O zaman Kırklareli milletvekili vardı… Dedeoğlu… (Mehmet Dedeoğlu,  16. Dönem CHP Kırklareli Milletvekili 1977-1980 arası). Bizim işlerimizle o ilgileniyordu. Bize “Ya Metin Bey, siz Süleyman Bey’le ilişkilerinizi düzeltin. Olmuyor böyle. Ben yine yardımcı olurum size.” dedi. Başladık çalışmaya. Ankara’da çalmadık kapı bırakmadık. Sürekli koşturuyordu bizle beraber. Gölet yapıldıktan sonra “Ziraat Bahçesini (şimdiki Mehmet Gemici Cennet Bahçesi)  göletin rekreasyon  alanı olarak düzenleyin” dedi. Biz burayı Devlet Su İşleri’nin yatırım programına aldırdık. Projeyi çizdirdik. 12 Eylül oldu, proje suya düştü. Gemici (Mehmet Gemici, 1989-2001 yılları arasında Keşan Belediye Başkanlığı yaptı. Görevine devam ederken kalp krizi sonucu vefat etti.) geldi. Pek ilgilenilmedi.  Keşanspor’a verildi… Oraya pırasa ektiler. Sonra şantiye oldu. İki sene uğraştım Gemici’ye anlatmak için… “Gel burayı yeniden düzenleyelim. 30 dönüm bir alan, yazık olmasın.” Kafası yattı rahmetlinin… Ağaç, fidan konusunda yardımcı oldum… yeşilliği seviyorum… ağaçları gidip aldık Ezine’den, Lüleburgaz’dan, Tekirdağ’dan falan… Dedim ki “İyi ki benim zamanımda bitmemiş…  çünkü ben bu kadar güzel yapamazdım.”  Rahmetli Gemici teknik anlamda da çok başarılı olmuştu.
D.A. - Çok mütevazısınız…
M.Ç. - Kasıntı olmanın bir manası yok. Gerçek neyse odur. Kabul etmek lazım.
D. A. - Sahillere bir şey yapabildiniz mi?
M.Ç - Erikli turistik alan. Yarısının imar planı vardı, yarısının yoktu.
Erikli, Yayla, Danışment, Sazlıdere ve Mecidiye ile birlikte hepsinin imar planlarını aldık.  Mecidiye askeri bölge olduğu için Savunma Bakanlığı tepki gösterdi. Mecidiye plan dışı kaldı. Yayla’nın da alındı imar planları ama balıkçı barınağı berbat etti Yayla’yı… hangi akıllı aldı bu kararları bilmem?
Erikli’de de var, Danişment Orman Kampı. Oraya da yapmışlar mendirek. O da sahili yiyor devamlı. Feyzullah Bey (Feyzullah Aktan, uzun yıllar Erikli Sahili Turizm Geliştirme Kooperatifi Başkanlığı yaptı) taş döşedi oraları. Çok güzel olmuş. İyi ki kurtuldu Feyzullah Bey Erikli’den. Çok dedim “ya bırak şurayı” ama hiç içi razı gelmedi bırakmaya. O benim çok eski arkadaşım. Seviyordu orada birşeyler yapmayı. Yakından biliyorum her şeyi. Hakikaten çok güzel işler yaptılar. Geçen akşam gittik Erikli’ye. Ne güzel yapmışlar yolları, sokak aralarını… parke taşlar falan…
Belediye valla billa yapamazdı… Bir kere mevzuat açısından zor çıkardı bunun içinden… Ama gel kime anlatırsın! Oradaki sakinler diyor ki “belediye alsın” , verdikleri paradan kurtulsunlar diye… Bizim insanımız pek vergiden hoşlanmıyor.
D.A. – Reisliğe dönelim mi yine?
“TÜRKİYE’DE ÖREĞİ OLMAYAN BİR İŞ
YAPTIK: ARAÇ KOMİTESİ KURDUK”
M.Ç. - Başkan seçildik, iki üç tane damperli kamyon, iki traktör… Belediyeye çöp hizmeti verecek araçları bunlar. Biz bunlarla işi götüremeyiz. Kasaba büyüyor.
Türkiyede ikinci bir örneği olmayan bir hadise: Bir araç komitesi kurduk, 20 yıl sürdü komite işi… Belediye dışından adamlar aldık. Avukatı, doktoru, işadamı… Trakya’nın en güçlü araç parkı bizdeydi. Gemici zamanında da tekrar kuruldu komite. 20-22 tane araç aldık.
Neyse tekrar dönelim benim reislik dönemime…
Çanakkale, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’da yokken ilk biz aldık sıkıştırmalı çöp kamyonunu…  İstanbul Belediyesi sıkıştırmalı çöp kamyonlarını Avrupa’dan ithal ediyordu. Aytekin Kotil İstanbul Belediye Başkanı’ydı o zaman (1977-1980). Aramız da iyiyidi. Kamyonların %25’ini belediye ödüyor, geri kalanını hazine karşılıyor. 25 tane Trakya belediyesini Keşan’a topladık. Aytekin Kotil firma yetkililerini yolladı buraya. Gelenler sinevizyon gösterisiyle anlattı bizlere Amerika’da nasıl çöp toplanıyor falan… 25 belediye içinde 2-3 belediye anca bu tutarı sağlayabiliyordu. Keşan, Lüleburgaz, Çorlu. O girişim tutmadı kaldı. Sonra Seydiköylü bir arkadaşım geldi. Dedi ki  “Almak istediğin şeyin yerlisi yapılıyormuş. Ben İzmir’de fuarda gördüm.” İzmir’e gittik. Yerinde gördük aracı, çalıştırdık, gayet güzel… Nerede üretildiğini öğrendik. Hidromak yapıyormuş İstanbul Sefaköy’de. İsmail Yener’le (Dönemin Belediye Meclisi Üyesi) birlikte gittik. Şaseyi Devlet Malzeme Ofisi’nden alıyoruz, üstünü de 600.000 TL’ye biz yaptırıyoruz. İlk müşterisi bizmişiz. Küçükçekmece Belediyesine bir tane yapmışlar ama onu hem deneme hem de hediye olarak vermişler. Anlaştık, verdik siparişi. Bize 10 bin lira da indirim yaptılar. Geri dönerken “İsmail Bey, nasıl ödeyeceğiz biz bu paraları?” dedim. Yener de “Hiç kafana takma. On tane patron, veririz 50’şer bin liralık çek, öderiz…” deyince biraz rahatladım.
D.A. - Çeklerle mi ödediniz çöp kamyonunun parasını?
M.Ç. - Çeklere gerek kalmadan topladık paraları. Birg ün Demirciler Caddesi’nde komite üyeleriyle birlikte geziyoruz, para toplayacağız… Orada bir dükkan vardı sahibi de, Allah rahmet eylesin çok sevecen bir adamdı… Atladık, çünkü durumu iyi değil… Koşmuş arkamızdan, bizi karşıda Kayahan Halı’nın önünde yakaladı, “Beni neden atladınız!” diye. 3 tane çöp kamyonu aldık. Arkası da geldi. Greyder aldık. Eskiden partiler arasında da birlik vardı. Mecliste uyumlu çalışıyorlardı.
İlginç hadiseler de geliyor başımıza komiteyle ilgili, aklıma gelmişken anlatayım:
Gemici zamanında kaymakam çok takmıştı… sürekli müfettiş gönderiyor belediyeye… Sonra bir telefon geldi müfettişten…
“Metin Bey, ben sizi tebrik etmek için aradım…”
 “Hayrolsun” dedim…
“Siz devlete çok hayırlı işler yapmışsınız… Araç  komitesi olarak çok iyi işler başarmışsınız.” dedi. Kaymakam, müfettişlere “komiteyi de incelemeye al” demiş. Oradan öğrendik telefonun nedenini…
D.A. - Siz kendi hizmet alanınız olmadığı halde köy yollarını da yapmışsınız…
M.Ç. - 13 köyün köy içi yollarını yaptım. Kozköy’de köy içine girilemiyordu çamurdan. Köyün yolunu yaparız ama köyde kaç tane traktör varsa Paşayiğit’in Çaybayırın oraya çıkaracaksınız dedik… 48 tane traktörleri varmış. Çıkardılar. Biz de kazıcıyı, kamyonları getirdik. 3 günde Kozköy’ün yollarını yaptık.
Başkan olacak kişinin meclisi de iyi olacak, parti örgütüyle de arası iyi olacak. Muhtarlar, çevre belde ve belediyelerle de… Özellikle köylerle diyaloğu. Keşan köye bağlı. Köy kalkınırsa buraya da yansıyacak… Bunları göze almak lazım. Bir dönem Türkiye Belediyeler Birliği’ne ikinci sırada delege seçildim. Bir sürü belediye varken seçilmem bana ilginç geliyor.
D.A. - Ekonomide olduğu kadar siyasi hayatınızda da, reisliğiniz döneminizde de iyi şeyler yapmışsınız.
M.Ç. - Ankara’da bakanlar düzeyinde de iyiydi ilişkilerim. Allah’a şükür ters bakan olmadı. İşler yolunda gitti hep.
 
D.A. - Şimdi nasıl görüyorsunuz siyasi hayatı?
M.Ç. - Halk Partisi götürür işi. Bu işler iki dönemden fazla çekilmez. Sadece belediye değil, cumhurbaşkanlığında da durum budur.
D.A. - Yeni Pazaryeri projesiyle ilgili düşünceleriniz?
M.Ç. - Büyük bir proje bu. İki katlı otoparkı olacak. Halkta biraz otopark kültürü yok gibi. Şimdiki belediyenin altına otopark yapıldı. Hiçbir işe yaramadı. Çok kullanılmıyor. Yazık oldu. Gönen’e gittim. Şehir dışında 40 dönüm yer. 25 dönümü pazaryerine ayırmış.15 dönümü açık otopark. Servis durakları koymuş. Pazardan çıkan servislerle evine gidecek. Burası zaten sıkışık. Keşanın düzeltilecek bir tarafı da kalmadı, bakalım kim yapacak?!
D.A. - Kızınızla birlikte çalışıyorsunuz değil mi?
M.Ç.  - Evet, kızım Nur Çırpan, Gıda Mühendisimiz Özlem Hanım, hepimiz birlikte çalışıyoruz.
D.A. - Kaç kişi çalışıyor?
M.Ç. -15 kişiyi buluyor.
D.A. - Hayatınızın bir dönemini siyasete, bir dönemini belediyeye ayırdınız. Kendinize zaman ayırmadınız mı hiç?
M.Ç. - Zaman kalmadı. Olmadı gibi bir şey. Tam zevk alacağım döneme gelmişim baktım ki 3 sene aynı gömleğimi giymişim. Çalışmaktan zaman kalmamış.
D.A. - Gazetemizin internet sayfasında yapılan yorumlar var. Bunlardan biri ülke genelinde AKP’nin öne çıkmasıyla Keşan’ın merkezi hükümetten yeterince yardım alamadığı, Keşan’da AKP kazanırsa merkezden Keşan’a yardım sağlanacağını yönünde.
M.Ç - Yardım alacak da ne yapacak buraya belediye? Suyu var, elektriği var. Doğalgaz mı getirecek? Necdet Budak (22. Dönem AKP Edirne Milletvekili) ben buraya getireceğim getireceğim dedi doğalgazı ama onun da ömrü yetmedi.
Onun milletvekilliğine de ben sebep oldum. Karlıköylüler buraya getirdiler (Budak’ı). Daha burası tamamlanmamıştı. Baktım politikaya niyetli. Onu Mecidiye’ye yemeğe davet ettim. Ziraat profesörü. İlgimi çekti. Bu belli etti kendini. Adaylığını koydu… Birkaç şeyine yardımcı oldum.  Mehmet Karagöz bir düğünde gördü beni.  Bana, “Metin Abi, hocayı getirmediniz?” dedi. Söyledim “Mehmet Karagöz bizi çağırdı” diye. Neyse, ayarlamış kendine göre bir gün. Benim arabayla götürdüm O’nu İpsala’ya. Budak “Önce partiye gidelim” dedi. Ben “Direkt belediyeye gidelim” dedim. Çünkü başkan çağırmıştı bizi.  Kardeşim,  ilçe binasına bir girdim, bizim bütün adaylar orada… Beni görünce bütün suratlar asıldı. Ayağım suya erdi ama iş işten geçti. Hadi bana Allahısmarladık dedim gittim parkta oturdum. Neyse yine yemeğe gittik. Karagöz oradaydı. Tekrar çağırdı. “Yemeği yiyince bana gelin” dedi.  İkinci defa faka bastık. Gittik Karagöz’ün odasına, baktım yine bizim adaylar orada. Ben yine geri döndüm ama deşifre olduk bir kez.
D.A.-Silajı Keşan’a ilk siz tanıttınız …
M.Ç. - Evet… Silaj yemini ilk ben soktum Keşan köylerine… Sütaş’ın Genel Müdürü Muharrem Bey (Muharrem İnce) bana dedi ki “Metin Amca, Amerika’da o kadar yer dolaştım doğru düzgün yem fabrikası göremedim. Silaj olmadan nasıl hayvancılık yapıyorsunuz?” Bana Bursa Tarım Müdürlüğü’nün bastırdığı bir  kitabını gönderdi silajla ilgili. Özet çıkardım o kitaptan ve broşür bastırdım. 47 tane köyü gezdim. Tanıttım silajı.  Kiminle kavga ettik, kiminde neredeyse döveceklerdi beni “Hayvanlarımızı zehirleyeceksin” diye. Şimdi kullananlar çok memnun.  
D.A. - Zanen (Saanen) keçilerini getirttiniz ama sonu çok iyi olmadı galiba.
M.Ç. - 130 tane keçi getirttik. Maalesef olmadı. Zanen keçisinin orijinali İsviçre Alpleri’ndedir. Yılda 3 ton süt veriyor. Bizim keçilerimiz 70 kilo süt veriyor. Türkiye’deki zanen keçiler melez…  yılda 1 ton süt veriyor. Zanen keçileriyle ilgili bir iki kere yazı yazdım Önder Gazetesi’nde. Orhaniye Köyü’nden iki kişi geldi, “Metin Amca o keçileri nasıl getirtebiliriz? Televizyonda da izledik.” diye yardım istediler. İzmir’e gittiğim bir dönemde oradaki bir arkadaşıma telefon ettim. Onun bir arkadaşı Ege Üniversitesi’nde Zooteknik Bölümü Kürsü Başkanıymış. Randevu ayarlandı. Televizyona çıkan Erdinç Demirören de oradaydı.  Onun hatırına bize 2 erkek keçi verdiler. Orhaniye Köyü’ne götürdük. Kaymakam Dündar Gültekin, Sosyal Yardımlaşma’dan ödedi parayı. Orhaniye Köyü ile protokol yaptık, doğan oğlaklar muhtarlara verilecek diye. Hayvancılık Bölümü Şefi Profesör Ruşen Keser, bütün köy muhtarlarına konferans verdi. Hangi köylere keçi verdiysek o köyleri gezdi, ahırlarını gördü. Bizimle alay da ettiler. Ama tutmadı işte.  Biga, Çanakkale taraflarında var. Ben Keşan ve Enez köylerine 1000 tane sokalım istiyordum. 1000 keçi 10 yılda 100.000 - 200.000 keçiye ulaşacaktı. Keçi sütünden yapılmış ürünlerin satılması yönünde çalışmalar düşünüyordum. Yazık oldu. Feyzullah Bey, zamanın kaymakamına birkaç kere söylemiş ama kaymakam bey, “Metin Çırpan’ın keçileriyle mi ilgileneceğim kaymakamlık mı yapacağım” demiş.
Geçenlerde bir profesör televizyonda konuşuyordu. “Türkiye’de 47’ye kadar eğitim, üretime dönüktü, 47’den sonra rüzgar esti batıdan, herşey tüketime yönelik oldu. Şimdi artık kimse üretimden hazzetmiyor.
D.A. - Şu dönemde siyasi partilerin arasındaki diyalogları nasıl görüyorsunuz?
M.Ç. - Şimdi hır-zır, kavga yapıyorlar. Belediye meclis üyeleri, parti başkanları hepsi oturup bir masada yemek yiyecekler, Keşan’a neler yapmak lazım, onu konuşacaklar. Burada iyi diyalog halinde olurlarsa bu durum Ankara’ya da olumla yansıyacak.
Zamanın Edirne Milletvekili İlhami Bey vardı Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem… Beni Meclis’te görürdü, alırdı Adalet Partisi kulisine, aratır bizim milletvekillerini, Cevat Sayın’ı, İlhan Işık’ı falan, bana yardımcı olmaya çalışırdı.
Şimdiki Sanayi Sitesi’nin yerinin seçimi çok çekişmeli geçmişti. Taa Yazır zamanında 60’lı yıllarda başlamış. Çıkar hesapları o zaman da var. Orayı alırsak kime daha faydalı olur falan… Bana, “Metin’cim nereyi gösterirlerse orayı kabul et” derdi.
İller Bankasından heyet geldi “yeriniz burası” diye yer gösterdiler. Biz de aldık. Tam pürüzleri halletmiştik ki Sağlık Bakanlığı’ndan bir yazı geldi “mezkûr saha toplum sağlığı açısından sakıncalı görüldüğünden bu yere ruhsat verilmemesi” diye.
Çevre sağlık memurları hiç sanayi ile ilgisi olmayan maddeler koymuşlar. Edirne Valisine telefon açıp isyan ettim, sağlık müdürüne de aynı şekilde. Kaymakam duymuş, demiş ki “reis kafayı bozdu galiba”. Yeniden rapor tutuldu.
Ankara’ya gittik.  İller Bankası’ndan genel müdür yardımcısının odasından sağlık bakanlığı  müsteşar yardımcısına telefon açıp randevu aldık. Ertesi gün senatörle beraber gittik. Sağlık İşleri Genel Müdür Yardımcısı ayakta geziyor. Müsteşar, senatör, ben odadayız.
Dediler ki: “Beyefendi burada 1. sınıf gayri sıhhi müessese yoktur.”
“Efendim olmasa yazılmazdı” diyorum… deli olmak işten değil. Kafamın tası attı, sesimi yükselttim, “Yeri devlet seçti, biz de harfiyen istenenleri yapmaya çalıştık. Şimdi de devlet <ben bu işten caydım> diyor!” Benim zılgıt işe yaradı… Edirne’ye telefon edildi. Yeniden heyet geldi, iş düzeldi.
 
GLUTENSİZ ÇORBA
ÜRETİLİYOR
Öğle saatlerine doğru geldiğimiz için doğal olarak karnımız da acıkmıştı. Metin Amca zaten aşağıda da masayı hazırlatmıştı. Bütün çalışanlarına tek tek yemek yiyip yemediklerini sordu. Sohbetimiz sofrada da sürdü. Sonra da bol köpüklü kahvelerimizi içtik. Fabrikayı gezme işini röportajın sonuna bıraktık. Zaten çok yormuştuk Metin Amca’yı. O da biraz dinlensin istedik. Özlem Hanım bize fabrikaya gezdirdi. Kaç kişi gireceksek o kadar önlük ve başlık hazırlanmıştı. Girişte de ayaklarımıza galoşlarımızı geçirdik. Artık gezmeye hazırdık. Karnımız tok olmasına karşın içerideki mis gibi tarhana kokusu insanı acıktırıyordu. Herşey çok düzenli ve temizdi.
Dikkatimi çeken önemli şeylerden biri, yaklaşık 2 yıldan beri çölyak hastaları için glutensiz çorba yapmalarıydı. Paketlerin üzerinde de bunun bilgileri bulunuyordu. Birkaç sene öncesine kadar glutensiz ürünleri bulmak çok zordu. Bu çalışmaları için de Metin Amca ve Özlem Hanım’ı tebrik ediyorum.
Tarhana yapımında kullanılan ürünler kuru gıda olarak geliyor ve fabrikada karıştırılıyor. Karışıma konan yoğurt fabrikada mayalanıyor. Ayrı bir süt odası var. Bunun için Müsellim Köyü’nden hergün 300 kilo süt geliyor. Tarhana üretim kapasitesi günlük 5 ton. Hazır çorba kapasitesi müşterinin isteğine göre değişiyor. Onun hazırlandığı bölüm ayrı, tarhananın yapıldığı yer ayrı. Herkes büyük bir titizlik içinde işini yapıyor. 10 çeşit hazır çorba var. Türkiye’deki zincir marketlerde Trakya Ev Tarhanası adıyla raflarda yerini alıyor. Fason üretilip satılanlar ise diğer firmaların isimleriyle satışa sunuluyor.
D.A.- Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı Metin Amca?
M.Ç. - Terziler Sitesi’ne Rasim Abi (Rasim Ergene, Keşan eski Belediye Başkanı) zamanında başlamıştık. Sonra açılışını biz yaptık. 44 tane terzi bir araya gelerek kooperatif kurdular.  Şu anda Terziler Sitesi’nin bulunduğu yer de Rahmetli Abdül Şavur’undu. O da burayı Kara Kuvvetleri’ne bağışlamıştı. Kara Kuvvetleri de ihaleye çıkardı. Sokmadık kimseyi oraya kooperatif alsın diye. Orayı yaptırma amacımız hem terziler dükkan sahibi olsunlar hem de aşağıda 2.500 metrekarelik alan işe yarasın. Keşan’da bir sürü öğrenci var. Onların kıyafetleri dışarıdan gelmesin, burada üretilsin istedik... Şimdi çoğu dükkan el değiştirdi. Amacımıza ulaşamadık yani…
D.A. - 80 yaşındasınız Metin Amca. Bu kadar yıl içinde sizi çok üzen bir olay oldu mu?
M.Ç. - 4x20… Boş ver sorma onları…
D.A.- En keyifli zamanlarınız?
M.Ç. - Bazı akşamlar doktorumun izin verdiği ölçüde rakımı içmeye gittiğim zamanlar. Yanımda dostlarım da oluyor. Bazen Feyzullah Bey, bazen Cengiz Bey (Cengiz Öztekin)… Oturup sohbet ediyoruz işte…
D.A.- Metin Amca, bizi konuk ettiniz, ağırladınız…biraz yorduk sizi… her şey için teşekkür ederiz…
M.Ç. - Ben teşekkür ederim… Basına karşı her zaman saygımız sonsuz… Sizler halkı en iyi şekilde bilgilendirmeye çalışan, 24 saat görevi başında olan emekçilersiniz.
 
Fotoğraflarımızı çeken muhabirimiz Mehmet İlman’a, randevuyu ayarlayıp ulaşımımızı sağlayan müdürümüz Birol Çalen’e ve görüntülerimizi kaydeden Bülent Saylam’a teşekkür ediyorum.