EDİRNE YENİGÜN GAZETESİ

TKKP’nun 27. Genel Kurulu, Edirne Kent Konseyi(EKK)’nin ev sahipliğinde Edirne Belediyesi Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi. Türkiye’nin dört bir yanından gelen kent konseyi temsilcileri ve uzmanlar, dünya genelinde etkili olan küresel ısınma ve iklim krizini tartışırken, söz konusu durumun Trakya’ya yansımalarını da masaya yatırdı.

Program, Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan’ın da katılımıyla dönem sözcülüğünü üstlenen EKK’ne devir teslim töreniyle başladı. Katılan kent konseylerinin tanıtımının ardından programın birinci oturumunda ‘İklim Krizi ve Kır’, ‘İklim Krizi ve Kent’, ‘İklim Krizi ve Denizler’ konulu sunumlar yapıldı.

MAREM Proje Lideri Artüz, iklim krizini tetikleyen şeyin büyük ölçüde insan kaynaklı olduğuna dikkat çekerek, “İklim krizi dediğimiz olguyu adına hava dediğimiz akıcı bir ortamda algılıyoruz. Ama iklim dediğimiz bu olgu sucul ortamlara da çok ciddi etkilerde bulunuyor. İklim krizi diye adlandırdığımız olgu içinde denizlerin yeri ciddi anlamda büyük ve önemli. İklim krizi insanoğlunun işine gelmeyecek şekildeki ilerlemeyi ifade ediyor. Ama aslında tüm dünya biyosferi içinde değerlendirdiğimizde bir kelebekten farkı yok insanoğlunun. Aynı şekilde iklim krizini tetikleyen şeyin de büyük faktörde insan kaynaklı olduğu biliniyor” dedi.

MARMARA’NIN SICAKLIĞI 2,5 KAT ARTTI

Marmara Denizi’nde bu yılın yazında ortaya çıkan müsilaj görüntülerini hatırlatan Artüz, Marmara’nın deniz sıcaklığının 2,5 kat arttığına vurgu yaparak, “Hava bir akışkan ve dünyanın bir diğer yüzeyini kapsayan şey de denizler. Denizlerde de buna benzer olaylar oluyor. Eğer ki bu ciddi problemi yurdumuzun üç yanını çevreleyen dört farklı karakterdeki denizle karşılaştıracak olursak neler görüyoruz. Esas problem burada başlıyor. Bizim denizlerin bazında yaşadığımız şey küresel iklim krizini de sollamış vaziyette çok farklı problemleri de beraberinde getirerek üstümüze doğru geliyor. Küresel iklim krizi dediğimizde kuraklık bazlı olarak ilk önce hava sıcaklıklarının artmasından bahsediyoruz. Aynı oranda bir doğal klima olan denizlerde de sıcaklıklar artıyor. Ancak Marmara Denizi özelinde baktığımızda yine kirlenme bazlı olarak küresel ısınmanın iki buçuk katı kadar artan su sıcaklıklarına rastlıyoruz. Çünkü biz Marmara Denizi’ni kirletirken, askıdaki katı madde miktarını arttırıyoruz. Marmara Denizi’nin bulanıklığı artıyor. Siyah bir kabın içinde güneşin altına bıraktığımız gibi Marmara Denizi ısınıyor. Marmara Denizi çok özgün bir yapıya sahip. Mesela Karadeniz çok özellikli biyolojik farklılıkları var. Karadeniz’in belirli bir seviyeden sonra oksijenle değil hidrojenle sürdüren canlılık var. Biyoçeşitliliği oldukça zengin. Marmara Denizi bunların içerisinde bir biyolojik koridor olarak görülebilir. Bir klima gibi davranarak etrafının daha az yoğun olan atmosferi de etkiliyor. Marmara Denizi’nde atmosferik farklılıklar da görüyoruz. Özellikle 2000’li yıllardan beri. Özellikle de Marmara Denizi’nin ortalama sıcaklığının küresel ısınmanın iki buçuk katı kadar artmaya başladığı dönemden beri. Aynı problemleri dünyada yaşarken mikro ölçekte de Marmara Denizi’nde benzer problemleri gözlemlemeye başladık. İki buçuk kat önünde gidiyorsa demek ki iki buçuk kat atmosferde ve global olarak ne olacağını çok kaba bir şekilde modelleyebiliriz. Söylenen 1 derecelik bir artışta tür çeşitliliğinin belirli bir oranla azalacağı. Ama Marmara Denizi’nin üst su sıcaklığını 2,5 derece arttırdığımızda ticari öneme sahip balıklardan bakalım, 124 tane farklı türden pat diye sıfıra geliyoruz. Şu anda Marmara Denizi’nin ısınan üst su kütlesinde Marmara Denizi’ne özgü olan bir türe rastlamak mümkün değil. Sadece göçmen türler mevcut. Eğer böyle giderse ve biz yaptıklarımıza böyle devam edersek çok kısa süre sonunda Karadeniz’i de Marmara Denizi gibi kaybedeceğiz. Kuzey Ege’yi de çok ciddi tehlike altına sokacağız. Bunu çok hızlandırıcı şeyler de yapıyoruz. Mesela küresel ısınmadan ilk önce etkilenecek olan deniz çayırlarını devlet eliyle alıp bir yerden başka bir yere taşıyoruz. Adalar’da bunun bir örneği olmuştu ve mercanlar başka bir yere taşınmıştı. Ne oldu diye soracak olursanız müsilaj oldu öldü diyorlar” dedi.

TRAKYA’NIN EN BÜYÜK SORUNU ERGENE

Ergene Nehri’nin kirleticilerinin Marmara’ya aktarıldığını ve bu durumun da Marmara Denizi’ni tamamen tehlike altına soktuğu gibi diğer denizlerin de aynı riski taşıdığını kaydeden Artüz, şöyle dedi: “Biz ciddi anlamda büyük tesisler kurup, arıttığımızı iddia edip ondan sonra da tatlı suyu zaten deniz ortamına basıyoruz. Biz elimizde olan tatlı suyu hat safhada kirletmemiz bir yana Ergene örneğinde olduğu gibi burada kirleticileri alıp kuşaklama kollektörleriyle toplayıp sanki bir noktayı kirletmesi yeterli değilmiş gibi bir de denizin içine bunları deşarj ediyoruz. Deşarj ettiğimiz deniz ortamını berbat ediyoruz, öbür temizleyeceğimizi söylediğimiz yer de hala kirlilik içinde akıyor. Bunun için çok ciddi paralar ödüyoruz. Yerel ölçekli olarak belirli koşulları düzenlememiz lazım. Aksi halde diğer denizlerimizi kirleteceğiz. Jeolojik yapısı dolayısıyla Marmara Denizi’ni bugün itibariyle bir arıtma tesisinin içerisindeki bir çökertme havuzu olarak kullanmaya devam edersek, İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı vasıtasıyla diğer denizlerimizi tam anlamıyla berbat etmeye başlayacağız. Trakya’nın çevre sorunlarında birkaç saat konuşmak gerekir. Ama şunu vurgulamak isterim, Trakya’nın başındaki en büyük bela denizler bağlamında, Ergene’nin kirletici unsurlarının kuşaklama kollektörleriyle toplanıp bu kirletici unsurların 50 kilometre yer altından kat ettirilip denizin içinde de 4,5 kilometre boru hattı ile taşındıktan sonra Tekirdağ açıklarından Marmara Denizi’ne deşarj ediliyor olmasıdır. Bundan evvelki kirlenmenin üzerine kümülatif olarak geldiği taktirde Marmara bundan sonra ciddi anlamda insan sağlığını tehdit eder pozisyona geçecektir”

Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Biyosistem Mühendisliği Arazi ve Su Kaynakları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halim Orta da ‘İklim Krizi ve Kır’ konulu bir sunum yaptı. Prof. Dr. Orta, vahşi sulama yöntemlerini kullanmaya devam edildiğinde kuraklığın kaçınılmaz bir son olacağına işaret ederek, "Uzun yıl ortalamalarına göre az yağış düşmesiyle meteorolojik kuraklık oluşuyor. Sonra topraktaki nem azalıyor ve tarımsal kuraklık başlıyor. Ardından yer altı ve yer üstü su kaynakları azalmaya başlıyor hidrolojik kuraklık ortaya çıkıyor. En sonunda şimdi tüm dünyada yaşanan insanların cebini ve sağlığını etkileyen sosyo-ekonomik kuraklık. Bunlara karşı gerekli önlemlerin alınması gerekiyor" şeklinde konuştu.

ÇELTİK YERİNE BULGUR

Çeltik alanlarındaki geleneksel sulama yöntemlerinden bir an önce vazgeçilmesi gerektiğini sözlerine ekleyen Prof. Dr. Orta, “Geleneksel yöntemlerden vazgeçmemiz lazım. Çeltik ekmeyeceğiz ne yapalım. Bulgur pilavı ile biz bu işi çok daha rahat yaparız. Belki canımız acıyacak çeltikçiler yeni iş bulmak zorunda kalacak ama çare yok. Sulamada çok kaybımız var, hemen kapalı sistem sulamaya geçmemiz lazım. Yağmurlama ve damla sulama sitemlerine geçilmesi gerekli. Türkiye'de 6 milyon hektar alan sulanıyor, hala yüzde 85'i yüzey sulamayla yapılıyor. Yalnızca yüzde 15'i yağmurlama ve damla sulama sistemiyle yapılıyor. Bunlarda felaket kayıplar var. Salma sulamada 100 litre 70 litresini kaybediyoruz, yağmurlama ve damla sulamada neredeyse hiç kayıp yok. Yüz litrenin 90-95 litresini kullanabiliyoruz. Başka yol yok, sulama sistemlerini değiştirmemiz lazım. Çok ivedi şekilde yöntemleri değiştirmeliyiz. Sulama yöntemlerinin kraliçesi damla sulama sistemi. Her yerde de uygulayabilirsiniz. Sulama yöntemlerini değiştirerek yılda 20 milyar metreküp su tasarrufu edebiliriz. Yılda tarımsal sulamaya 40 milyar metreküp su harcıyoruz, yarısını tasarruf edebiliriz. Bu işi gıda güvenliğini bozmadan gerçekleştirebiliriz” diye konuştu.

Trakya Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mahmut Güler, ‘İklim Krizi ve Kent’ konulu sunumunda kentsel alanların artışının iklim kriziyle olan ilişkisinden söz etti. Prof. Dr. Güler, nüfusun da etkili bir baskı oluşturduğunu belirterek, “İklim küresel düzeyde daha fazla tarım, sağlık, güvenlik ve sanayileşmenin üzerinde önemli bir baskı uygulamaktadır. İklim değişikliğine karşı politikaların yetersiz olduğuna baktığımızda Türkiye’nin bunun tipik örneklerinden bir tanesidir. Her riskin azaltılması ve oyun politikası birbiriyle iç içedir. Sel, kuraklık, fırtına gibi insandan kaynaklanan sorunlar insanlar üzerinde büyük etki yapıyor, çünkü nüfusun büyük bir kısmı kentlerde yaşıyor. İklim değişikliğinin etkilediği alanlar ise, terk edilmiş kentler, kıtlık, aşırı hava olayları gibi çok ciddi sonuçlar yaratmaktadır. Kentleşme hızımızın artmasıyla küresel ısınmayla da daha fazla karşı karşıya kalacağımızın sonucudur. Kentleşme hızını sadece betonların yapımı olarak düşünmemek gerekiyor. Nüfus da çok ciddi şekilde artıyor. Devletin özellikle yerel düzeydeki riskleri azaltmak için alacağı bir takım politikaları genişletmemiz gerekiyor” ifadelerini kullandı.