“Doğal olan, dönüştürülmemiş olan ortamlar da, insanlar da doğaldır’’ gibi bir algı vardı bende. Şehrin hengamesinden kaçıp, bir nebze nefes almak isteyenler, köyünü, belki çocukluğunu özleyenler, keşmekeşlikten sıyrılıp sadeliğin hazzına varmak, sessizliğin huzuruna erişmek için doğaya, toprak anaya koşanların amacı, bunlardan biridir diye düşünüyordum. 

Öyle değilmiş... Meğer sosyetenin yeni trendi doğal yerlerde selfie çekip, sosyal medyada  “Bakın ben doğalım! Doğadayım! Doğal besleniyorum!” demekmiş. (Zati bunların; paralarını yiyemeden, öbür tarafa göçmemek için, doğal ve organik beslenme sevdaları yüzünden, tarladan çıkışı üç kuruş olan mahsul bize beşe geliyor. Tam üjbejlik mevzu işte. Tüm ormanlar yok edilip, ahşap evler, bungalovlar falan yapılıyor. Git leyn köyün yok mu senin? Oraya git.)

Anlayamadığım şu selfie işi. Çocuğunun bezini değiştirmemiş hatun, niye toprağa dokunmak istesin?

Bilmem kaç dolarlık parfümünü poposuna dahi sıkan biri, niye tezek koklasın ki? Elleri nasırlı teyzemin ekmeğini nasıl yesin?

 O yüzden DOĞAL yerlere gelenleri ben gibi, sen gibi bilirdim. Bembeyaz ördekler içinde kara bir tavuk düşünün. Ya da, kara kalem portreye, yağlı boya şaplak atılmış gibi iğreti dursalar da, yadırgamazdım. Onların da en DOĞALINDAN bir nenesi, dedesi, köyü vardır; padişahın sol elcağızından çıkmadılar ya! Bizim gibi insan evladı işte.

***

Nasıl içerlediysem artık, çuvaldız elimde, konuya giriş yapamıyorum fark ettiyseniz.

Şimdi kapatın bakem gözlerinizi, sizi huzura götüreceğim…

Dışarıda bir metre kar var, ahşap bir yapıdan içeri süzülüyoruz, ortada odun sobası, puf minderlere donmuş poponuzu yerleştirdiniz, kulağınız çıtır çıtır yanan odun sesinde, doğa bütün ihtişamıyla renklerini gözlerinizin önüne sermiş. 

Masa en DOĞALINDAN kahvaltılıklarla donatılıyor. Mis gibi kokan tereyağında yumurta; yumurtayı çıkaran tavuk sağınızda gıdaklıyor. (Teşekkür babında gülümseyiniz)

Horoz göz kırpıyor: “Nasıl yumurta ama?’’ der gibi, böbürleniyor pezevenk.

Bal, reçel, ekmek, tomatis, hepsiciği ORGANİK.

Semaveri getiren teyzeye heyecanla soruyorum:

“Bunlardan satıyor musunuz?’’ diye.

 Çapraz masadan şuh bir kahkaha geliyor. Çakma sarışın apla “Ayol, ne alaka, burada yenilen şeyler niye satılsın?’’

Tam ben, yirmi dokuz harfi harmanlayıp, sobanın iki yüz santigratlık sıcaklığıyla yoğurup, en DOĞAL haliyle aplaya gönderecekken,mekanın sahibi abla geliyor.“Elbette satıyoruz, hatta erişte, börülce, keş, töngel de var.”

Şaşkın bakışlı sosyetiklere bir bakış fırlatıp:

“Peki, tavuklarınız GEZEN mi, BOŞ ÖTEN mi, SALINAN mı?’’ diyorum.

Abla gülerek: “GEZEN! Ama boş gezen değil. Yumurtaları çift sarılı’’ diyor.

Kokoşlar pür dikkat, sanırım lisanını bilmedikleri bir ülke de hissediyorlar kendilerini.

Ben devam:

“Aaaa! Demek boş boş gezen değil, üstelik yumurtaları kaliteli ırıspı tavukların’’

Kahkahamız ve horozun sesi, DOĞAL ortamda bir tur atıyor, hoopp çapraz masaya.

Kızıl saçlı olanın kirpiği düşüyor, çakma sarışının yağlı boyası…

Rüstem Amcanın horozu kovalıyormuş gibi, kalkıp gidiyorlar.

Mekan sahibi ablayla bakışıyoruz.

 “Daha DOĞAL kahvaltı edeceklerdi, n’oldu?’’ diyorum.

“Onların önüne kuş sütü de getirsek, hem memnun olmayacak, hem yedikleri yol, su, yağ olarak geri dönecek diye yemeyeceklerdi. Onların amacı selfie çekmekti’’ diyor.

Ben şok!!!

Horozla göz göze geliyoruz, göz kırpıyorum…