“ Bu öykü sırılsıklam bir aşk öyküsü olmalı. Öyle böyle değil, her satırından sevgiler, her sevgisinden tutkular, her tutkusundan bitmeyen yeni öyküler çıkmalı aşkın. Sonra aşk vuslatla noktalanmalı, sevenler mutlu olmalı.”

Merhaba dostlarım.

Yukarıdaki paragraf içten gelen bir dilek, ünlü bir aşk romanından bir bölüm veya sıradan bir durum tespiti olabilir. İster dilek, ister aşktan bir kesit veya durum tespiti de olsa aşk aşktır ve ufak tefek farklarla bir birine benzer. Benzemeyen, aşk yaşanırken gösterilen tepkilerdir.

Kimi deli gibi sever, kimi halim selim ve akıllıca. Kimi aşkta tutku ön plana çıkar, kiminde romantizm. Kiminde aşk için ölünürken kiminde aşkı için yaşamaya gayret eder âşıklar. Mantık kimi zaman aşkın üzerini zarif bir tül gibi örter de, bunu görenler dönüp “ Bunlar paldır küldür bir aşk yaşamıyorlar, bunların aşkları mantıklı şekerim. Baksana birbirlerine bakarlarken bile ne kadar ciddiler.” diye yorum yaparlar.

Kimi aşklar sıradandır ve en olmazındandır. En olmazından diyorum çünkü kimileri aşk dediğimizin bu sıradanlığından ötürü buna aşk bile demiyor. Asık suratlar, ciddi bakışlar, ağır ve heyecansız davranışlar bu tür aşkın en belirgin özelliklerindendir. Arada bu âşıkların gülümsedikleri görülürse de bu gülümseme, karnı ağrıyan insanların yüz ifadelerine pek benzer.

“Aşk dediğin adam gibi olmalı.” der kimi ağır ağabeyler. Ben böyle bir söz duyduğumda hep düşünürüm; “Aşkın adam gibisi olabildiğine göre kadın gibisi de olabilir mi?” diye. Hem, neden adam gibi sadece? Dünyada sadece adamlar mı var? Yaşadığımız ve âşık olduğumuz bu dünyada adamlardan başka kadınlar, kızlar, taze gelinler, körpe damatlar, tahta göğüslü kızcağızlar, henüz bıyığı terlememiş delikanlılar ve delikanlı olma şerefine bile erişememiş çocuklar var. Hem de, hem kız çocukları, hem de erkek çocukları var. O halde aşkı adam, kadın, taze gelin, körpe damat vs. diye kategorize etmemeli diyorum ben. Aşk aşktır arkadaş ve aşk ciddi iştir.

Aşk ciddi iştir gerçekten. İş midir bilmem ama ciddidir.

İnsan kendi halinde yaşayıp gider ve hayat gailesini sürdürmeye çalışırken bir de âşık olursa yandığının resmidir sevgili dostlar. Birden bir şimşek çakar âşık olan zavallının beyninde ve dünyası değişir. Zaten dünya ile baş etmekte zorlanırken, hadi bir de aşkla baş etsin bakalım. Böyle durumlarda aşk o insan için kambur üstüne kambur demektir. Normalde kamburunu taşıyamayan kişi ilave kamburun altında ezilir de ezilir.

Ama de bakalım o kişiye, “Dostum, bu aşk sana fazla geldi yahu! Bırak en iyisi aşkı, defet gitsin…”

Dedin değil mi? Dedin ve “ Haklısın be kanka, aşk benim neyime? Aşk kim ben kim? Ben bir garip romanım, neyime benim gümüşlü zurna?” demesini bekliyorsun. Bekle bakalım, daha çok beklersin sevgili dostum. Muhatabından o sözleri beklerken bir de bakıyorsun seninki şarkı söylüyor. “Aşk şarabı acıdır / Ne yenir ne içilir. / Ne belası çekilir, / Ne ondan vazgeçilir.”

N’ aaber, aldın mı cevabını?

Neyse dostlar, şakayı orta yerden alıp kenara koyalım önce ve sonra eğri oturup doğru konuşalım.

Aşk! Herkesin farklı algıladığı ve farklı tepkiler verdiği aşk! Hatta herkesin farklı tarif ettiği o sihirli duygular bütünü! Başına aşk belası ( ! ) gelenlere bakıp acırız – belki – ama içten içe de imreniriz. Ne güzeldir bir başkası tarafından sevilmek. Sabah akla ilk gelen, uyumadan önce akılda son kalan olmak. Sevdiğini görünce yürek depremlerine uğramak, göremeyince melankoli sellerine kapılmak ve okyanusların engin sularına karışmak…

Neyse bugün yine bir konuya girdik ve çıkamadık sevgili dostlar. Ama olsun! Girdiğimiz ve çıkamadığımız konu yeter ki aşk olsun. Aşk, uğradığımız en güzel çıkmaz olsun, bela olsun. Dilerim herkes, her daim sevsin ve sevilsin, âşık olsun. Hatta dilerim ki, asrımızın ve tüm asırların tek hastalığı aşk olsun.

Hoşça kalın sevgili dostlarım. Her zaman âşık olun, aşkla kalın.