CANO

Söylesem tesiri yok,

Söylemesem gönlüm razı değil!...

Fuzuli

Öğrencilik hayatım da dahil, tam 29 yıl önce ayrıldığım memleketim Keşan’a dönüş nedenlerinden biri de can dostlarım ve okul arkadaşlarımdı. Dönüşüm iyi ve sevinçli oldu. Eskiden sadece tatillerde görüşebildiğim çevremle, mazide kalan günlerimizden dem vurarak mutlu ve iyimser olmaya çalışıyorduk. Fakat bu birliktelik fazla uzun sürmedi. Yakın arkadaşlarım çocuk okutma, başka yerlerde çalışan çocuklarının yanına yerleşme vb. nedenlerle birer birer ayrıldılar Keşan’dan…ve ‘yaprak dökümü’ başladı.

Bir kısmını da ebedi hayata uğurladık ardı ardına…

Artık yalnızlık duygularımın karamsarlığı içimi sarmış, “bende mi gitsem biryerlere”Bursa’ya veya içinde yaşayanların yaka silktiği, benim ise 15 yılımı verdiğim süreç içinde hiç yakınmadığım sevgili İstanbul’a…

Ama 90 yaş civarlarında yalnız yaşayan, yaşlı ve bakıma muhtaç babam vardı. Ben gidersem ne olurdu, kimlere emanet edebilirdim onu?..Gitsem bile nasıl rahat ederdim onu düşünmekten… Hemen vazgeçtim Keşan’dan ayrılmaktan...

***

Son arkadaşlarımdan Cano’yu bu karamsarlık duyguları içinde tanıdım. Evi, hemen babamın bitişinde… Tanıtayım onu biraz tensel ve tinsel özellikleriyle…

Onun kulakları çok iyi duyuyor, fakat konuşamıyor. Ben konuşurken ses tonuma, yüzümdeki ifadeye göre tavırları değişiyor, bazen ‘anlarmış’ gibi kulaklarını dikiyor, bazen ‘mahzun mahzun’ bakıyor, bağırarak  konuşursam üzülüyor, yavaş yavaş uzaklaşırken arada bir arkasına dönüp bakıyor, ‘suçluymuş’ gibi!..

O ikiyüzlülük yapıp laf taşımıyor, rant avcılığı yapmıyor, garibanlara kazık atıp, takım elbiseler ve son model arabalarla caka satmıyor.

Merak etmişsinizdir sanırım, kimdir bu Cano?…

Artık açıklayayım, koyu kahverengi tüylü, koca kulaklı, masti tipi bir ev köpeği!..

En tipik özelliğiyse obur veya açgözlü olmaması…

Yemeğini yerken kapmasınlar diye etrafı şüpheli ve tedirgin kontrol etmiyor, gayet sakin ve uysal bir şekilde karnını doyuruyor.

En mükemmel davranış özelliğiyse ‘yemekten sonra değil, yemekten önce’ teşekkür etmesi…

Duvar dibine koyduğum kemikleri önce koklar, sonra bana doğru gelir, sevinçle kuyruğunu sallarken patisini uzatır, tokalaştıktan sonra yemeğini yer.

Tanrım, nerede eğitim almış, Oxford’ta mı bu mübarek hayvan!.. Oysa sahipleri okumaz-yazmaz, karacahil ve yoksul, karı-koca iki ihtiyar!..

***

Giderek arkadaşlığımız gelişti, aramızda güven duyguları oluştu. Artık onunla dertlerimi, sırlarımı, günlük şikayetlerimi paylaşıp rahatlıyordum.

Kötü insanların yaptıklarını, orman yakan Neronlar’ı, siyasetteki kirliliği…hepsini sırayla, birer birer…

O ise sevimli ve canlı bakışlarıyla beni anlarmış gibi dinliyor, arada bir kulaklarını dikerek ‘dinleme, saygı ve nezaketini’ bildiğini ifade etmeye çalışıyor…

 ***

Kalabalıklar içerisinde yalnız kalmanın hayal kırıklıklarını yaşadığım zamanlarda karşıma uzanıp, behni sadece derin ve anlamlı bakışlarıyla süzdüğü anlardan sonra güvenilir bir dost daha kazandığımı anladım ve adını ben koydum… ‘CANO’!..

***

En çok sevdiğim mevsim sonbaharın 2012’si pek iyi geçmedi benim için… Yıllardır birlikte yaşadığım romatizma ve kireçlenmeye bağlı bel ve bacak ağrılarım mevsim sonlarına doğru iyice arttı ve azap haline dönüştü. Artık günlerim hastane, doktorlar ve ev arasında geçerken yaşlı babamı ve Cano’yu unutmuştum. Beni görmenin sevinciyle yanıma yaklaşan Cano’yu birkaç kez azarladım, tersledim:

- Git başımdan Cano, ben canımla uğraşıyorum, seninle ilgilenemem!..

***

Bu soğuk davranışlarımdan sonra, Cano benden uzaklaşmış, her zamanki yeri, beton direğin altında oturarak endişe, merak dolu bakışlarla beni süzüyor, yanıma gelmiyordu. İki-üç ay böyle geldi, geçti.

***

Gittikçe artan romatizma ve kireçlenmeye bağlı şikâyetlerimin yanına bir yenisi daha eklendiğini –MR- çekimleriyle öğrendim. Teşhis bel fıtığı, karar ameliyattı!..

***

Tanrım, ya beni bu ağrılarımdan kurtar ya da canımı al” dualarıyla girdim ameliyathaneye.

Beyin ve Sinir Cerrahı Opr. Dr. Dilaver Güler’in üç saat süren başarılı operasyonuyla ağrılarımdan kurtulduğuma inanamadım bir an!..

Üç gün sonra dimdik yürüyerek babamı ziyarete geldiğimde baktım; Cano yine aynı yerinde… Yine üzgün ve mahzun!..

Elimdeki bastona dayanarak bağırdım:

- “Cano, buraya gel, lütfen…” Uyuklayan Cano uyandı, kulaklarını dikti, gözleriyle dikkatini bana doğru yoğunlaştırdı.

Tekrar seslenince koştu bana doğru dört nala… Bastonuma çarptı, yere düşürdü. Az daha beni de yıkacaktı. Ayaklarıyla pantolonuma vurup kirletmesine tepki göstermedim. Eğilip onu severken, yaşadığım acıları anlattım ve ekledim:

- Beni yanlış anladın, sen yine en iyi arkadaşlarımdan birisin…

  ***

Gecenin ilk saatlerinde babamdan ayrılırken takıldı peşime Cano, sevinçle. “Dön” dedim olmadı, “git” dedim olmadı. “Hırsızlar seni çalar, satar” dedim olmadı.

İleride evime 300m. Kala caddenin mıntıka korumaları yolumu keser, ‘zorunlu döner’ diye üstüne varmaya kıyamadım. O önde ben arkada yolumuza devam ettik.

Cano, tatlı rampada koşar adım, keyif ve mutlulukla yürürken, sokak lambaları altında o güzel tüyleri, ışıldadıkça güzelleşiyordu…

  ***

Şansa bak! Tatlı rampanın bittiği düzlükte her zaman bekçi olan korumalar yerlerinde yok. Korkusuz ve keyfimiz kaçmadan yürüdük, siteye vardık. Blok merdivenlerinden onu uğurlarken hiçbir aksilik yapmadı, yan kapıdan çıktı, gitti.

Acele merdivenlerden çıkıp balkona yöneldim, heyecanla!.. Korktuğum başıma geldi, korumalar başlamış göreve. Alaca renkli sırık, bir de Cano gibi üç masti…

Ya Cano nerede? Site duvarının karanlık gölgesinde kuyruğunu kısmış, öyle bekliyor korkuyla… “Şimdi yandın Cano”dedim içimden!..

     ***

3-5 dakika sonra bir tavşan hızı ve çevikliğiyle fırladı yerinden, karşı sokağın karanlığına daldı. Onu fark eden korumaların hav havlarıyla sessizlik bozuldu, canlandı ortalık!.. Ama Cano’yu yakalayamadılar, soğuk bir Keşan gecesinde kayboldu gitti Cano’m!..

O gece ‘kayboldu mu, yoksa bulabildi mi?’ endişesiyle televizyona bakarak uyuyabildim.

Ertesi gün sokağın başında yine sağ-salim buluşmanın sevincini yaşarken fazla oyalamadım onu… O kendi mıntıkasının gündüz kontrolü için yanımdan uzaklaşırken şu gerçeği çok iyi anladım.

“Dostluk bir duygu işidir.”

         ***

İhanet, riyakarlık, hırsızlık, hak yeme ve nankörlük!.. Bunlar insanoğlunun en kötü vasıfları…

Cano, bir köpekti ama bana bu kötülüklerin hiç birisini yapmadı.

Babamı 14 Kasım 2013’te kaybedince bu sokakta işim kalmadı. Cano’yla ebediyen ayrılsak bile, ekmek ve kemikten oluşan yiyecekleri yemeden önce yaptığı sevgi ve şükran coşkularından vardığım sonuç ve onun hayat algısı;

“Önce minnet, sonra ekmek”ti.

Sonsöz: Yüreklerimizdeki kördüğümleri çözmek, insani yanlarımızı geliştirmek zorundayız.

Sevgiyle kalın.

8 Ocak 2014-Keşan