Doç. Dr. Okan GAYTANCIOĞLU
Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi

2012 yılının sonuna geldiğimiz şu günlerde, her yıl umutlarını toprağa bağlayan çiftçimiz 2012 yılı hasadını gerçekleştirmiş, bu yıl da istediğini alamamış olmasına rağmen yine toprağa buğday tanesini saçarak 2013 yılı için umutlarını ekmiştir.
Hepimizin bildiği üzere tarım, her ülke gibi ülkemiz için de yaşamsal öneme sahip bir sektördür. Sorunları çok olmasına rağmen halen Türkiye ekonomisine yılda yaklaşık %8 katkı yapmaktadır.

Tarımla iç içe olan sektörleri de dikkate aldığımızda yapmış olduğu katkı %25'lere ulaşmaktadır.

Ekonomiye bu derece önemli bir katkı sağlayan tarım sektöründe yaşayanlar Türkiye'nin %25'ini oluşturmaktadır. Yani Türkiye'de her 4 kişiden birisi çiftçidir. Ve ülkemiz aynı zamanda verimli tarım topraklarının çokluğu ile tropikal ürünler haricinde birçok ürünün yetiştirilmesine uygunluk taşıdığından Dünya'da ilk sıralarda yer almaktadır.

Böyle bereketli toprakların bulunduğu ve önemli sayıda çiftçinin yaşadığı ülkemizde tarıma yeterince destek verilmemesi hatta ciddi anlamda ihmal edilerek, piyasa koşullarına terk edilmesi üzücüdür.
Oysa tüm Dünya ülkeleri tarımsal üretimi ciddi anlamda desteklemektedirler. Çünkü tarım ürünlerinin işlenmesiyle elde edilen gıda maddeleri, beslenme için yaşamsal öneme sahiptir. Bu yüzden çiftçinin mutlu edilmesi mutlu bir toplumun oluşmasının ön koşuludur.

Ülkemize baktığımızda maalesef birkaç ürün dışında tarımsal üretimin gerilediğini görmekteyiz.

Köylerde karınlarını dahi doyuramaz duruma gelen üreticiler, tarlalarını satarak şehre gelmekte ve büyük şehirlerin kalabalığında, istihdamsızlığında maalesef gıda yardımlarına muhtaç hale gelmektedirler.

Aslında bu tablo çok da yeni değildir. Türkiye tarımında 1980'li yıllardan sonra başlayan üretim azalmaları ve belirginleşen tarım ürünleri ithalatı özellikle 2000'li yıllardan sonra uygulanan tarım politikaları ile birleşerek günümüzde tarım sektörünü ülkemizin en sorunlu sektörlerinden biri haline getirmiştir.

Sanki o yıllardan günümüze dek görülmeyen bir güç Türkiye tarımına adeta  yapısal  bir dönüşüm yaptırmak istemektedir. Bu görülmeyen güç aslında tarım politikasını yönetemeyen Devletin tarım politikasını yürüten tüm birimlerince uygulanmaktadır. Küçük üretici ürettiği ürünleri değerine satamamakta, elde ettiği gelirle borçlarını çeviremeyip tarlasını, traktörünü satmak zorunda kalkmaktadır. Toprağını bankaların ipoteği altında işletemeyen çiftçiler maalesef haciz baskısı altında topraklarını elden çıkarmak zorunda kalmıştır.
Oysa ki Türkiye tarımı rakamlara göre tarımsal büyüklük açısından Dünyada 7.sıradadır. Ancak üreticilerin elde ettiği gelir Türk halkının ortalama gelirinin 3'te 1'idir. Yani sıra bölüşüme geldiğinde
çiftçiler 3 kişinin elde ettiği geliri ancak kazanabilmektedirler. Bu tablonun böyle olmasında en önemli etken son yıllarda uygulanan niteliksiz tarım politikasıdır. Bu politika sayesinde Türkiye üretemeyen, temel gıda maddelerini dahi ithal eden bir ülke konumuna gelmiştir. Son yıllarda ürün fiyatları neredeyse sabit kalmış, ancak başta mazot ve gübre olmak üzere tarımsal girdi fiyatları yüksek
düzeylerde artmıştır. Tarımda yılda 3.5 milyar ton mazot kullanılmakta, bu mazottan yaklaşık 9 milyar TL vergi alınmaktadır. Halbuki çiftçiye verilen toplam destekleme miktarı 7,5 milyar TL'yi
geçmediğinden çiftçiye vergiye ödediği miktardan daha az destekleme
yapılmaktadır. Bu bir aldatmaca değildir de nedir?

Aslında çiftçinin, köylünün durumu açık bir şekilde ortadadır. Tabiri caizse görünen köy kılavuz istememektedir. Çok eski değil, daha 2 yıl önce 2010 yılında büyük manşetlerle duyurulan "sıfır faizli
hayvancılık kredisi" uygulamasından yararlanıp da yatırım yapanlar bugün sıfır faizli kredinin taksitlerini ödeyememektedirler. Neden mi? Çünkü hayvancılığı bilen bilmeyen tüm yatırımcılar o dönemde bu faizden yararlanabilmek için Ziraat Bankasına hücum etmişler ve bu şekilde canlı hayvan fiyatlarını yükseltmişlerdir. Bugün ise canlı hayvan fiyatlarının düşüp yem maliyetlerinin 400 kat artması da hayvancıkla geçinen herkesi zor duruma sokmuştur.  Yani sıfır faizli hayvancılık kredisi çiftçinin derdine dert eklemekten başka bir işe yaramamıştır.

2012 yılının son günlerinde bir kez daha görüyoruz ki, çiftçimiz geçen yıllarda olduğu gibi bu yılı da borçlu geçirmiştir. Çiftçinin Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine borcu 22 milyar 300 milyon
liraya yükselmiş, özel bankalara borcu ise 32 milyar TL olmuştur. Bu rakamlar neyi anlatmaktadır. öyle açıklayalım. Devletin 2012 yılı çinde çiftçilere verdiği tüm destekleme ödemesi 7,5 milyar TL civarındadır. Çiftçilerin kamu ve özel bankalardan kullandığı borç ise bunun yaklaşık 8 katıdır. Çiftçinin elektrik dağıtım şirketlerine borcu 2.1 milyar TL, faiz tutarı 1.8 milyar TL'ye ulaşmıştır. Birçok çiftçinin sulamada kullandığı elektriği borcunu ödeyemediği gerekçesiyle kapatılmıştır.

2012 yılında Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde ilk defa saman ithal ederek bir ilke imza atmıştır.. 2012 yılı içinde samanın kilosu yüzde 400 artmıştır. Buda yem maliyetlerinin artması ile süt ve besi hayvancılığı yapan işletmelerin hayvancılıkta zarar etmelerine neden olmaktadır. Zaten Türkiye hayvancılığı can çekişmektedir.
Saman fiyatının %400 arttığı 2012 yılında süt fiyatları %40 bile artmamıştır. Bir insanın yeterli ve dengeli beslenebilmesi için günde 75-80 gram protein alması, bunun da üçte birinin hayvansal kökenli olması gerekir. Buna karşılık Türkiye'de nüfusun çoğunluğu hayvansal proteinden yoksun ve tahıl ağırlıklı olarak beslenmektedir. Bu bağlamda, kişi başına yıllık kırmızı et tüketimi ABD'de 95, AB ülkelerinde 70 kg iken Türkiye'de yalnızca 6,5 kg'dır. Türkiye'de giderek yaygınlaşan yoksulluk ve gelir dağılımındaki uçurumlar, yurttaşlarımızın önemli bir bölümünün yalnızca kurban bayramlarında
kırmızı et tüketebilmesine neden olmaktadır. Bu durumun Türkiye'nin biyolojik ve düşünsel kapasitesi açısından sınırlayıcı olduğundan kuşku yoktur. Türkiye'nin tarımsal hammadde dış ticaretinde net
ithalatçı konuma gerileyerek her yıl milyonlarca ton yem hammaddesi ithalat etmek zorunda kalması, hayvancılık alanındaki çöküşün bir başka nedensellik alanını oluşturmaktadır. DPT'nin araştırmasına göre 2015'te Türkiye'de 170 bin ton civarında et açığı oluşacaktır.
BU TABLONUN ORTAYA ÇIKARDIĞI SONUÇ; DÖRT MEVSİMİN YAŞANDIĞI, TARIMSAL
BÜYÜKLÜK AÇISINDAN DÜNYANIN 7. ÜLKESİ OLAN TÜRKİYE; TARIMDA ARTIK NET
İTHALATÇIDIR.

Türkiye 2012 yılında da buğday, arpa, mısır, soya, ayçiçeği, kanola gibi temel tarım ürünlerinde ciddi ithalatlar yapmıştır. Tüm bu ürünler için yaklaşık 5 milyar $ bedel ödenmiştir. Türkiye'nin 9.5 milyon tonluk toplam karma yem üretiminin 4 milyon tonunun ithal hammaddeye dayanması, sorunu olanca açıklığı ile ortaya koymaktadır. Ayrıca, çayır ve meraların hoyrat bir biçimde amaç dışı kullanımı, tespit-tahdit ve tahsis çalışmalarını etkinleştirmek yerine altı boş fakat gösterişli açılışların tercih edilmesi, kaba yem açığının kapatılamaması da sorunun diğer önemli nedenleri arasındadır.
2012 ithalat kalemlerine bakıldığında Çin'den fasulye, İtalya'dan ıspanak, ABD'den fındık, Güney Afrika'dan satsuma mandalini, Kostarika'dan kavun, Türkmenistan'dan portakal, Arjantin'den limon,
Bulgaristan'dan nar, Çin'den kayısı ve kuru sarmısak, İran'dan kuru kayısı ile lahana ve İspanya'dan marul ithal edilmiştir. Üretim açığı bir kenara bırakılsa bile fındık gibi dünyada bir numara olduğumuz
üründe bile ithalat yapılmaktadır.. Buna karşın çiftçiye "rekolte fazla, ihraç edemiyoruz" denilerek fındık fiyatları düşük tutulmaktadır.
Tüm bu olumsuz tabloya rağmen Türkiye tarımında uygulanabilecek bilinçli ve tutarlı tarım politikalarıyla, yeniden üretici bir ülke olabilir. Burada yapılacak en önemli şey tarımsal desteklemelere daha fazla kaynak ayırmaktır. Ülkemizde tarımda bu olumsuzluklarla dolu düğümleri çözmenin tek yolu vardır; "Üretimi arttırma yönünde politikalar geliştirmek". Bu yapıldığı takdirde ve Türkiye ciddi,
tutarlı ve bilimsel nitelikli bir tarım politikası uyguladığında başta pirinç olmak üzere birçok üründe net ithalatçı konumdan kendine yeterli hatta ihracatçı konuma geçebilecektir. Çünkü Türkiye tarımsal
potansiyeli yüksek bir ülkedir.
Bu potansiyel ancak çiftçinin daha fazla desteklenmesiyle yani mutlu çiftçilerle kullanılacaktır. Ulu Önder Atatürk'ün de istediği gibi; Yeniden "milletin efendisi" olacak olan köylü, mutlu toplumun
yaratılmasının da temel taşı olacaktır...
2013 yılının tüm çiftçilerimiz için bereketli bir yıl geçmesi dileğiyle..