SONGÜL KONAR

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Anıl Çakır’ın sunumuyla çarşı merkezindeki Uğur Mumcu Anıtı önünde gerçekleştirilen törene, Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan, CHP parti üyeleri, Atatürkçü Düşünce Derneği Keşan Şubesi üyeleri ve vatandaşlar katıldı. Saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı’nın söylenmesinin ardından avukat Belgin Şehirli ve gazeteci Bülent Saylam konuşma yaptı.

“ÖLDÜRÜLDÜĞÜNDE 51 YAŞINDAYDI”

İlk olarak konuşan Av. Belgin Şehirli, “Uğur Mumcu, araştırmacı gazeteci yazar, aydın ve meslektaş olmaktan gurur duyduğum bir hukukçu. Gerçekleri en iyi şekilde halka iletebileceği yerin gazete olduğunu bilen mücadeleci bir aydındı. Bağımsız, tarafsız, namuslu toplumcu ve öncü bir gazeteciydi. Kalemini toplumunu bilgilendirmek ve aydınlatmak için kullandı. Her türlü baskıya ve korkuya karşı dimdik duran bir savaşçıydı. Kelepçeden, demir kapılardan, hapislerden yılmayan, araştıran, ortaya çıkardığı gerçekleri eğip bükmeden yazan bir aydındı. İlerici düşüncesinin odağına Kemalist düşünceyi koymuş gerçek bir Atatürkçüydü.

24 Ocak 1993’te bombalı saldırı sonucu öldürüldüğünde 51 yaşındaydı. Kısacık ömrüne sanki bu gün yazılmış gibi güncel 83 dev eser sığdırdı. Öldürülmesinin ardındaki gerçekler hala aydınlatılmadı.

Uğur mumcu, laik cumhuriyeti kuşatan tehlikeleri gördüğü için Türkiye Cumhuriyeti rejimi üzerinde oynanan oyunları, kurgulanan planları belgeleriyle açıkladığı için, bu güne ışık tuttuğu için öldürüldü. Ülkemiz üzerine karanlık oyunlar çevirenler ve alçakça eylemlerinin ortaya çıkacağından korkanlar tarafından katledildi. Şimdi Uğur Mumcu’yu anarken asıl yapılması gereken, onun tam bağımsızlığa ve gerçek demokrasiye giden yola tuttuğu ışığı görmektir.” dedi.

BAKIN UĞUR MUMCU KİTAPLARINDA NELER DİYOR:

Belgin Şehirli, Uğur Mumcu’nun kitaplarından örnekler vererek sözlerini şöyle sonlandırdı: “Hukuk - Devlet - Aşiret kitabında: Unutulmasın ki hepimiz hangi görevde olursak olalım, hangi siyasal düşünceyi savunursak savunalım, tarih denilen büyük yargıcın karşısında tek tek sorumluyuz.

12 Eylül Adaleti kitabında: Eğitimden hukuka her şeyin tümüyle değiştiği bir dönemin başlangıcındayız. Çağdaş yaşamdan geriye dönüş, Atatürk devrimlerinden ödün verme, hukukun üstünlüğü kavramının yok olması, gericiliğin boyutlanması yasadışı, akıldışı, uygulamaların yoğunlaşması, kısaca topluma zorla deli gömleği giydirme çabaları diye özetleyebileceğimiz bir dönemin başlangıcı.

Tarikat – Siyaset – Ticaret adlı kitabında: Türkiye bir İslamcı devleti değildir; laiktir, laik kalmalıdır, laik kalacaktır. Bütün etkilere karşın Türkiye, kendi bağımsız siyasetini kendisi çizerek bu siyaseti yine kendisi uygulayacaktır.

Bizlere düşen belleğimizi diri tutmak, algılarımızı açık tutmak. Uğur Mumcu’nun neden katledildiğini unutmamaktır. Bende her Atatürkçü gibi, Uğur Mumcu gibi ilerici düşüncenin odağına Kemalist düşünceyi koyarak, çağdaş ve demokratik bir düzende yaşamayı ümit ediyorum. Atatürk’ün ilke ve devrimleri ile kalın… Laik Türkiye Cumhuriyeti içerisinde kalın.”

“65 GAZETECİ KATLEDİLDİ”

Belgin Şehirli’den sonra Gazeteci Bülent Saylam konuşma yaptı. Saylam konuşmasında şunları söyledi:

Bugün senin yüksek hatıran önünde 26. Ölüm yıldönümünde yine saygıyla eğiliyoruz Uğur Mumcu…

Yine elimizde karanfiller ve yine dilimizde seninle anılan türküler olacak. Alçakça seni öldürenler, seni katlettikten sonra aramızdan nice aydın insanımızı aldı. Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin öldürülen gazetecilerin listesine göre 6 Nisan 1909 tarihinde İstanbul’da Serbesti Gazetesi yazarı Hasan Fehmi Bey’den günümüze 65 gazeteci katledilmiş.

Uğur Mumcu da katledilen gazetecilerden yalnızca biri… Ama o sadece bir gazeteci değildi… Bir hukukçuydu; Atatürkçü yurtsever bir aydındı… Ama en önemlisi de bir babaydı Uğur Mumcu.” dedi.

“UĞUR MUMCU’NUN OĞLU OLMAK DEMEK ÖZGÜR OLMAK DEMEK”

Saylam, Uğur Mumcu hakkında yapılan röportajlardan örnekler vererek sözlerini şöyle sonlandırdı: Uğur Mumcu katledildiğinde çocukları Özgür 16, Özge ise 12 yaşındaydı. Onlar şimdi birer yetişkin oldular. Özgür Mumcu yakın zamana kadar Cumhuriyet Gazetesinde yazarlık yapıyordu ve Özgür Mumcu babası gibi hukukçu ve akademisyendir.

Oğlu Özgür babasıyla ilgili olarak 2011 yılında verdiği bir röportajda “Uğur Mumcu’nun oğlu olmak zor mu? Hep bir yeterince iyi miyim hissi yaratıyor mu?” sorusunu şöyle yanıtlar; “Aslında benim adımı Devrim koyacaklarmış. Sonra babam düşünmüş… Ya büyüdüğünde devrimci olmazsa? Oğlanı özgür bırakalım. Böylece adım Özgür olmuş. Bence Uğur Mumcu’nun oğlu olmak demek özgür olmak demek. Ha eğer babana mesafe koymak mı istiyorsun diye soruyorsan, hayır. Eğer öyle isteseydim, bir gazetede yazmazdım.

Şu yazıyı babam okusa beğenirdi gibi metafizik şeylerim de yoktur. Beğenir miydi bilemem çünkü 18 yıldır yok. Ama özel olarak benimle gurur duymayacağı bir şey yapmadım şu ana kadar.”

Yine aynı röportajda “Cumhuriyet’te yazayım, gazeteci olayım diye bir hayalin var mıydı?” Sorusuna da, “Hiç teklif gelmedi onlardan ama Cumhuriyet’te yazsaydım açıkça gelin beni babamla kıyaslayın demiş olurdum. Ben gazeteci değil, akademisyenim, üniversitede ders veriyorum. Babam ise bence Türkiye’ye gelmiş en iyi gazeteciydi. Günün neredeyse 24 saatini bu işe ayırırdı. Bence hayatta olsaydı Susurluk davasıyla ilgili çok daha fazla şey biliyor olurduk.” şeklinde yanıt vermiştir.

“GAZETECİLİK EVİMİZİN İÇİNDEYDİ”

Kızı Özge Mumcu Aybars Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde lisans ve yüksek lisansını tamamladıktan sonra birçok gazetede makaleleri yayımlandı. “Gazetecilik evimizin içindeydi” diyen Özge Mumcu Aybars “Babanızı 12 yaşına kadar görebildiniz ama daha sonra da onun yazı ve kitaplarını okudunuz. Beraber yaşadığınız babanızla okudunuz babanız arasında nasıl bir mukayese yapıyorsunuz?” sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Biz babamızın neyle uğraştığını, neler yazıp çizdiğini zaten biliyorduk. Gazetecilik evimizin içindeydi. Çünkü babam yemek masasında her şeyi anlatırdı. Sadun Aren, Altan Öymen, Ali Sirmen gibi isimler çok sık bize geldikleri için, onların tartışmalarına da tanık olurduk. 1990’lardan itibaren hava yavaş yavaş dönmeye başladı tabii. Çetin Emeç ve sonrasında Muammer Aksoy öldürüldü. Bahriye Üçok’un öldürüldüğü saldırıdan dakikalar önce, aynı yerden taksiyle geçmiştik. Keza evimizin bulunduğu sokağın başında polise ait olup olmadığını bilmediğimiz bir araç bekliyordu. Babam artık silah taşıyordu ve bir süre sonra da çelik yelek takmaya başlamıştı. Çocuk da olsan neler olup bittiğini anlamamana imkân yok. Babam öldürüldükten sonra uzun bir süre kitaplarına mesafe koydum. Çünkü kitaplarını her elime aldığımda hüngür hüngür ağlamaya başlıyordum. Kitaplarını okuyabildiğim zaman da her şeyi çok net yazdığını, meselelere dair nokta atışı yaptığını gördüm.”

HEPSİ DE UĞUR MUMCU İSMİNDE BİRLEŞİYORLAR

“Babamız bize öyle bir ülke aşkı vermiş ki…” diyor Özge ve “Babanızı kaybetmeniz, Türkiye’ye dair algınızı nasıl etkiledi?” Sorusuna da“Hiçbir zaman “bu memleketten bir iş olmaz” diyerek bağımızı koparmaya niyetlenecek noktaya gelmedik. Babamız bize öyle bir ülke aşkı vermiş ki, her durumda “şunu yapmaya çalışmalıyız, katkı vermeliyiz” diye düşünüyoruz. Umut nerede… Açıkçası hâlâ doğru-dürüst yönetilemeyen ciddi bir sol potansiyel olduğunu düşünüyorum. Adalet ve Demokrasi Haftası’nda elliyi aşkın STK ve belediyeleri bir araya getiriyoruz. Bunların bazıları yan yana gelmek istemiyor olabilir. Biri öbürünü liberal, öbürü başkasını sekter bulabilir. Fakat hepsi de Uğur Mumcu isminde birleşiyorlar. İşte bu tür ortak paydalardan büyümeyi deneyebileceğimizi düşünüyorum.” diye yanıt veriyor.

1980 SONRASI SAĞ KEMALİZME UZAKTI

Özge, babası Uğur Mumcu’yu anlatmaya şöyle devam ediyor: “Babam özellikle 1980 sonrası sağ Kemalizme uzaktı ve bunu “gardrop Atatürkçülüğü” olarak tanımlıyordu. Onunki antiemperyalist bir Kemalizmdi. 45 bin kitaptan oluşan kütüphanesinde Lenin’den Gramsci’ye, TKP tarihinden Kürtlerle ilgili yazılmış yerli veya yabancı kitaplara, insan hakları raporlarından kadın sorununa kadar geniş bir literatür de bulunuyor. Dolayısıyla babamı belirli kalıplara hapsetmek mümkün değil.”

Gelecek günlere dair ‘nedenini bilmediği’ bir umut taşıdığını ifade eden Özge Mumcu Aybars, "Babamın öldürülüşü herkesin ortak travması oldu. O yüzden 'büyük acılar çektim' demem lüks kaçıyor. Onun acısını herkes hissetti” diyor.

Konuşmamı Ağustos 1936’da Ünlü İspanyol şair Federico Garcia Lorca’nın İspanya iç savaşında faşistlerce kurşuna dizilmeden önce okuduğu son şiiriyle bitirmek istiyorum

“Özgür olmayan insan nedir?
Söyle bana, Mariana..
Söyle seni nas
ıl sevebilirim
Özgür olmazsam.
Sana kalbimi nas
ıl açabilirim
Bu yürek benim değilse..”

Anma töreni, Keşan Türkü Dostları Derneği Başkanı Soner Velioğlu bağlaması ve Müzik Öğretmeni İlkin Özhan tarafından ‘Uğurlar olsun’ ile ‘Ankara’nın taşına bak’ adlı türkülerin seslendirilmesi ve Uğur Mumcu Anıtı’na karanfillerin bırakılmasıyla sona erdi.