HABER MERKEZİ

Ekonomik kriz, borç yükü ve faiz konularında açıklamalarda bulunan İriş, yerel seçimin önemine vurgu yaparak, şehirlerimizin yönetiminin emin ellere teslim edilmesi gerektiğini ifade etti.

Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa İriş basın toplantısında şunları söyledi;

“Bir yılın daha sonuna doğru yaklaşıyoruz. Geçtiğimiz zaman içerisinde acı tatlı birçok olaylara şahit olduk, yaşadık. Bu senenin en önemli olaylarından bir tanesi seçimlerdi. Bu seçimlerle birlikte devlet yönetim yapısında önemli değişiklikler oldu. Bu değişiklilerin en önemlisi başkanlık sistemine geçilmiş olmasıdır. Bu geçişi anlamaya çalışırken kendimizi ekonomik krizin içinde bulduk. Bugün bu toplantımızda daha çok ekonomik kriz meselesi üzerinde durmak istiyoruz. Saadet Partisi olarak konu ile alakalı görüş ve değerlendirmelerimizi kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz. Ülkemizi, 16 yıldan beri Ak parti yönetmektedir. Yani sevabıyla günahı ile 16 yılın bilançosu AK partinin icraatlarının sonucudur. Evet, binalar yükseldi, yollar büyüdü, araçlar modernleşti. Ama bir döviz hareketiyle dengeler sarsıldı. Sözün özü birkaç gün içerisinde yüzde 40 fakirleştik. Peki, ne oldu da böyle oldu? İşin özü, borca dayalı bir para sistemi ve ekonomik modelle büyüyeceğimizi, refahımızı arttıracağımızı sandık. Üstelik aldığımız borçları da üretime değil, betona gömdük. Şimdi böyle olamayacağını milletçe hep beraber gördük. Biraz açacak olursak kaynaklarımızı kendi imkânlarımızla en verimli şekilde kullanmak mecburiyetindeyiz. İhtiyaçlarımızı kendimiz üretmek zorundayız. Üretim sonucu ortaya çıkan katma değeri de diğer ihtiyaçlarımız için kullanırsak ancak refaha kavuşabiliriz. 16 yıla baktığımızda hiçbir zaman için gelir- gider dengesi üzerinde durulmadı. Devletin bütçesi sürekli açık verdi. Bu açıklar faizli borçlarla kapatılmaya çalışıldı. Yetmedi, 80 yıllık birikimlerimiz özelleştirme adı altında teker teker elden çıkarıldı. Ama gördük ki, açık sürekli büyümeye devam ediyor. Bu sürecin rakamsal ifadesi şudur;  2002 yılında 232 milyar dolar olan borcumuz, bugün 600 milyar dolara çıktı. Diğer yandan bu süre içerisinde 800 milyar lirayı aşkın faiz ödendi. Faiz yükü sürekli artıyor. 2018 bütçesinde faize ayrılan para 72 milyar liradır. Hükümetin öngörüsü olan yeni ekonomik plana göre 2019 bütçesinde 117 milyar, 2020 yılında 147 milyar, 2021 yılında da 171 milyar lira faiz ödemesi olacak. Bu durum asla sürdürülebilecek bir şey değildir. Bu faizci uygulamalarla devletten şirketlere, şirketlerden şahıslara herkes gırtlağa kadar borca gömülmüştür. Tekrar söylüyorum, bu durum asla devam ettirilemez.”

SİSTEM ÜRETENDEN, ÇALIŞANDAN YANA OLMALI

“Bakınız; bankalar faiz yarışında. Ne Diyorlar? Yüz bin lira yatır, ayda 2 bin lira faiz al. 500 bin lira yatır, her ay 10 bin lira faiz al. Böylece ne oluyor? Ticaret bakanının ifadesiyle 356 tane ticaret yapan, üretim yapan firma konkordato ilan ederken, bir çok ticari ve sanayi kuruluşu iflas ederken, bankalar karlarına kar katıyor. Böyle bir ortamda üretime yatırım yapılabilir mi? Üretim artar mı? Hatta ticaret yapılabilir mi? Yani siz 500 bin lirayı bankaya yatıracaksınız, birinci derece devlet memuru maaşından daha fazla gelir elde edeceksiniz. Bu arada esnafın, çiftçinin halini gündeme getiren bile yok. Nasıl olacak? Sanayi üretimi yapamayacağız, fabrika çalıştıramayacağız. Çiftçiyi kaderine terk edeceğiz, esnafı da sokak aralarına kadar girmiş zincir dükkânlara boğduracağız. O zaman bu ülkede sağlıklı bir yapı kurulur mu? Refah seviyesini nasıl tabana yayacağız? Borç yükünden ne zaman kurtulacağız? Ve ne zaman kendi kendimize yeterli hale geleceğiz?”

SORUNLAR KONUŞARAK DEĞİL,  ÜRETEREK ÇÖZÜLÜR

“Bu konu bütün halkımızın zihnini meşgul eden en önemli sorudur. Bu durum halkımızı dertli ediyor. Nitekim sağlık bakanlığı istatistiklerine göre yılda 8,5 milyon insan ruh ve sinir hastalıkları dolayısıyla doktora başvuruyor. Başvurular ve antidepresan ilaç kullanımı her yıl artıyor. Bu dertlere çare, hamasi nutuklarla bulunamaz. Medya ve algı yönetimleriyle bu dertlere çare bulunamaz. Durum gayet net ve açıktır. Borçlusun, üreterek kazanarak borcunu ödeyemiyorsun, sürekli borç alıp faiz ödüyorsun, olacak şey değil. Peki, ne yapılmalı? Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, ülkemizin de içine katıldığı mevcut küresel finans sistemi hepimizi köleleştiriyor. Ancak bu sistem büyük bir krize girmiş ve tıkanmıştır. Bu tıkanmayı aşabilecek bir çözümleri de yoktur. Bunların yeni bir zulüm düzeni kurmalarına fırsat vermeden bu boyunduruktan kurtulmalı, ekonomik sistemimizi yeniden yapılandırılmalıyız. Ülkemizin tarihi müktesebatı bunu yapabileceğini gösteren örneklerle doludur. Ancak bu şekilde kurtulabiliriz.

Genel çerçevesini çizmeye çalıştığım faizci ekonomik modelin her alanda derin tahribatları var.  Bir fikir olsun diye söylüyorum; Mesela, tarım ve hayvancılıkta iyice dışarı bağımlı hale geldik. Bu kendiliğinden olmadı. Yani refah seviyesinin artmasıyla talep artışı oldu, deniyor. El insaf. Hâlbuki ülkemizdeki kişi başı et tüketimi, batının ancak üçte biri kadardır.  Diğer taraftan Sayın cumhurbaşkanı 7 Kasım 2018’daki bir konuşmasında gerekirse cari açığı bile düşünmeden et ithal eder, piyasayı biz balense ederiz, diyor. Arı baldan mı kaçar, tütsüden mi kaçar? “Cari açığı bile düşünmeden et ithal ederiz”  derseniz bu ülkede hayvancılık gelişir mi? Yeterli üretim artar mı? Kısaca ifade edeyim; Türkiye’ deki hayvancılığın gelişmesinin önündeki büyük engel ithalattır.  Durdurun et ithalatını,  damızlık ve diğer kanalları ıslah edip yakın takibe alın, 2-3 sene içerisinde Türkiye’miz et ihraç eden bir ülke haline geliyor mu, gelmiyor mu? Ekonomimiz sektör sektör masaya yatırılmalıdır. Adam kayırmadan, rüşvetten ve yolsuzluktan arındırılmış teşvik uygulamaları ile yerli üretim güçlendirilmelidir.  İhracat böyle artar, cari açık böyle kapanır. Borçlanma ihtiyacı böyle azalır ve biter. Refah tabana böyle yayılır. Faizsiz ekonomiye de bu süreçte geçilir.”

ŞEHİRLERİMİZİ “EMİN” YÖNETİCİLERE TESLİM ETMELİYİZ

“Diğer taraftan 2019 da yapılacak yerel seçimlere adım adım yaklaşıyoruz. Yerel seçimler en az genel seçimler kadar önemlidir. Bizim kültürümüzde belediye başkanı “şehreminidir”. Her yönden güvenilir insan olmalıdır. Şehirlerimiz bizlere emanettir. Bir ömür geçirdiğimiz şehirlerimiz mimarisiyle, cadde ve sokaklarıyla, yeşillik ve güzellikleri ile hayatımızı idame ettirdiğimiz yerlerdir. Sayın Cumhurbaşkanının ifade ettiği gibi “Her biri diğerinden güzel eserlerimizle donatarak içinde ruhumuzu özgür bıraktığımız yerler” olmalıdır. Peki, bugün böyle mi? Yine Cumhurbaşkanının ifadesi ile ‘Şehirlerimiz çirkinliklerin kuşatması altında, sadece ruhumuzun değil, bedenimizin de zindanlarına dönüştü. Gönüller çoraklaştı, çölleşti, karardı’ diyor. Peki, bu hale nasıl geldik, nasıl gelindi. 16 yılı aşkın bir süredir hem genel, hem yerel yönetimlerde sorumluluk taşıyanların geldiğimiz bu durumdan şikâyet etme hakları var mı? Yoksa muhalefeti de biz yaparız demek mi istiyorlar? Şehirlerimiz gerçekten çirkinliklerin kuşatması altında. Şehirlerimiz; “ sadece ruhumuzun değil, bedenimizin de zindanlarına dönüştü. Bu şehirlerde gönüller çoraklaştı. Çölleşti, karardı. Yani kardeşlik, komşuluk, yardımseverlik, şefkat merhamet gibi pek çok değerimiz tahrip edildi. Her şey menfaat oldu.”

BELEDİYECİLİKTE DÜRÜSTLÜK ESASTIR

“Evet, Belediye yönetiminde ilk akla gelen dürüstlük olmalıdır. Vizyon sahibi olunmalıdır. İleri görüşlü, paylaşımcı ve şehrin tümünü kucaklayabilecek engin bir yüreğe ihtiyaç vardır.

Halkı yönetmek için değil, halka hizmeti esas alan bir anlayışa ihtiyaç var.  

Şehrin güzelliklerini, değerlerini koruyan ve arttıran çalışmalara öncülük yapan bir anlayışa ihtiyaç var. Bütün çalışmalarda manevi sorumluluk hisseden şehrin kendilerine emanet edildiği şuurunda olan şehremin bir yerel yönetim anlayışına ihtiyacımız var. Özetle ehliyeti, liyakati öncelemeye, enerji yüklü, birikimli dürüst kadroları belediye yönetimine getirmeye ihtiyacımız var. Evet, çare var. Çare Saadet Partisi.”