“Havasına, suyuna, taşına, toprağına” diyerek methiyeler düzdüğümüz yurdumuzun taşı, toprağı, suyu, denizi, ormanı, ağacı, deresi bir konuşabilse, bir off çekebilse eminim bu çığlık Korudağlar, Istrancalar, Kazdağları, Toroslar, Kaçkarlar’da yankı bulur.

Toprağın bereketi, suyun can taşıyan özü, ormanın havası; hepsi bu toprakların birer inci kıymetindeki zenginliği.

Kuzeyinde Istrancalar, güneyinde Korudağlar, altında Saros Körfezi ve Marmara; ortasında, bıraksan tüm ülkeyi besleyecek Trakya Ovası; eti ayrı, sütü ayrı güzel hayvanlar.

Bu cömertliğin ardında ise bu güzelliklere yakışmayan, gün kurtarma derdiyle hareket edip geleceği elimizden alan bir hırs ve öfke.

En bereketli toprağın içine sanayi tesisi kur, şah damarın sayılan Ergene’yi zehre çevir, taşına ocak, tertemiz denizine FSRU iskelesi inşa et, elde kalan toprağını tarımsal ilaçla zehirle, yeraltı sularını kurut, ağacını kes ve sonra bereket bekle!

Doğal kaynakların cömertliği sayesinde günü kurtarıyoruz gibi dursa da ya yarın? Ya ertesi ve daha ertesi gün? Yediğimiz sermaye çocuğumuzun, torunumuzun harçlığı değil mi?

Üretim kaynakları içinde en temel unsurlardan biridir “Doğal Kaynaklar” ve şimdi bu kaynakları hoyratça heba etmenin sancısını yaşıyoruz. Bildik bir lafı doğru açı ile yerine oturtmak gerekirse “daha neler olacak neler, bunlar iyi günler”

Tüm bunları yaşamıyor, görmüyor, düşünmüyor gibi; derdimiz üretmek ve hakça bölüşmek değilmiş gibi; bugünün yarını da yokmuş gibi; her şeyi bıraktık süslü sözler, renkli sloganlar ve içinde bir hesaplaşma yaşarcasına kurucu değerler üzerine düşünceler, söylemler dile getirmeye çalışıyoruz ve hem de bunu kutsal sayılan mekânların çatısı altında yapıyoruz.

Bu hesaplaşmanın bitmediği ve kolay kolay da bitmeyeceği anlaşılıyor.

Peki, nereye kadar olduğunu kestiren var mı? “Nasıl” ve “Ne” olduğunda “Evet, tamam işte gelmek istediğimiz nokta bu” denilecek?

Bu soruların elbet yanıtları vardır. Peki sonuç?

21. yüzyılın tersine gitmek, varlığını geleceğe duyulan güven ve istek yerine geçmişin çarkında ıslak gelecek rüyaları görme özlemi içinde arayan, kurucu değer ve kişilerin değersizleştirilmesi gibi olmayacak arzular duyup bunun arayışı içinde olanların var olduğu bir ortam.

Şeyhler, şıhlar, gavslar arasında uygarlığı, bilimi, teknolojiyi, gelişimi yakalamak!

Bayrağımız gönderde, İstiklal Marşımız dillerde ise bunun karşılığı bu bedellerin kanla, canla ödenmiş olmasındadır. Bu bedeli ödeyenleri de “Mısır püskülleri” arasında bulamazsın.

Çok gerilere gitmeye de gerek yok; yüz yıl kadar önce, bugün çayını afiyetle içtiğin Öğretmenevi binası önünde komşu ülkenin postalları halaylar çekiyordu, bir on yıl sonra da yine başka bir komşu ülkenin bayrağı 18 Kasım’a kadar meydanda dalgalandı.

Tüm bunları kendi coğrafyanda yaşamamış gibi, tüm bu olanlar bir hayalmiş gibi göz ardı edip bir de üzerine lanetler okumak neyin nesidir?

Hepimizi biliyoruz neyin nesi olduğunu, planlı bir şekilde ülkenin sinir uçlarıyla oynayıp, tüm ortak değerleri “Kutlu Dava” adı altında “Masa-Kasa-Nisa” üçgeninde alaşağı etmek.

Ucuz kahramanlık sözleri de bu işlerin sosu oluyor.

Sen toprağını, suyunu kirlet, tohumunu, gübreni düşman diye tabir ettiğin el kadar ülkelerden al, sonra bu aymazlığı “Yere kola dökerek, portakal keserek” hamasetle doldur, yetmedi “İnmez, dinmez, sönmez, gitmez, gelmez” gibi sözlerle de boşlukları doldur, lafla peynir gemiciklerini yürüt.

Uzun lafın kısası bu ülkenin en büyük ihtiyaçlarından birisidir “Hamasetten Taharet”

Doğal kaynaklarını sürdürülebilir biçimde koruyup üreterek ve de ürettiğini hakça bölüşerek, sosyal refah, özgürlük ve temel insan ihtiyaçlarının karşılandığı; kul değil yurttaşlar nezdinde mutlu ve müreffeh bir ülke olmaya giden yolda bizi aydınlatacak ışığımız bilimdir.

Bize bunu işaret eden kurucu değerlerimize söylenecek her kışkırtıcı laf geleceğimize atılmış bir çamur, geleceğimizden çalınan bir zaman olarak kalacaktır

21. yüzyılda izlenecek akıl, bilim içeren başka bir yol ve vizyon da yoktur. Mücadeleyi hala 100 yıl önceki “Kulluk ve Yurttaşlık” kapsamına çekmek isteyenlerin terkisinde bir gelecek olmadığı da çok açıktır.

Yazı ve Foto: Hakan Eşme