ÇINGI YAYINLARI - 26
Şiir- 12  ©ÇINGI YAY. 2013

Editör: Nazan Bağcı Yılmaz - Süleyman Ekinci
Kapak Çalışması: Sinan Deniz Ekinci - Seval Grafik
Dizgi Düzenleme: Sinan Deniz Ekinci

1. Baskı  Aralık 2013 - Çıngı Yayınları

Şehit Muhtar Mah. Kurabiye Sok. No:9 Kat:2 Beyoğlu/İstanbul

Aralık 2013 - İstanbul



Sen Olsaydın, Bereket Versin, Nefesin Ruhumdur ve Çâre...

Osman Coşkun... Şiirleri, deneme ve poetik yazıları var. Emeğin Sanatı, Akdeniz Edebiyat, Medya Keşan'da şiirleri yayımlandı.
Osman Coşkun, son kitabı “Çâre”de günün bunalımlarına, karanlığına, bireysel karmaşıklıklara şiirden bir tutam su döküyor. 19. asrın ikinci yarısından günümüze kadar süren birey ve dramından yola çıkarak, imgesel anlatımlarına ironi katan şair dizelerinde “karartarak aydınlatma” fikrinden bolca yararlanıyor. Yaşadığı çevredeki etkileşimlerini çıplak bir gözle şiirlerine yansıtan şair, “destursuz” bir akımın temsilciliğini üstlenmiş vaziyette. Şiirlerinin gerçek bir mahiyette tezahür kazanması günün beğeni anlayışı ile bağdaşmasının sebebi şairin son kitabı Çâre'de  yaşadığı aşkların acısı, günün bunalımları, aydın sorunlarının ... çıplak ayak ile dolaşıyor olmasını gösterebiliriz. Anlatımdaki yalınlığı ile nefesini ensenizde hissedeceğiniz bir samimiyeti dizelerinin tümünde hissedilebilirsiniz. Şiirde kullandığı metaforları yoğun duygu yükü ile birleştiren şair özgün bir dile sahip. Osman Coşkun kitabının sunuş sözünde şiir anlayışını şöyle dile getiriyor:

 “Kaçtım, firar ettim, aldandım, yanıldım… Ama hep koşup, şiire yasladım başımı. Dertlendim şiire sığındım, şiirle eğlendim. Yoruldum şiirle uyudum, şiirle uyandım. Şiirle âşık oldum, şiirle anlattım aşkımı. Sevgiliye verilebilecek bir adet gül yerine, gittim şiir bahçesinden kelimeler derledim, sevgiliye şiirler sundum. Tek sermayem buydu. Şiir kimi zaman sığındığım kutsal bir duamdı, kimi zaman öfkemin enginlerinde dolaşan, ağız dolusu sövüşüm... Kimi zaman aşkın yeniden tarif edilişiydi. Şiir her zaman vardı. Yazı yoktu, şiir vardı.

Şiir olmasaydı insan, insan olur muydu acaba?
Gerçek anlamda bunu böyle düşünüyordum bazen. Zira çok şoven, ırksal ayrımcılıkların yapıldığı şiirleri bir kenara koyarsak, şiirin olduğu yerde edep vardı, ahlak vardı.

Şiirde edilen küfrün bile bir adabı vardı, bir güzelliği vardı. Can Yücel’in dediği gibi, “küfür, işçi sınıfının ağzında açan çiçek”ti, Ahmed Arif’in dediği gibi “ve ben şairim, namus işçisiyim yani, yürek işçisi” diyebilmekti şiir yazabilmek. Böyle düşüncelerin kol gezdiği şiir bahçesinin renkleri içerisinde, insana saygı vardı, emeğe saygı vardı, ağaca saygı vardı, sokağa saygı vardı. 
“Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan” bir dünya özlemini haykırabilmek vardı şiirde. Bunların hepsinin içerisinde sevgiliye yazılanlar da cabası. Sevgiliye söylenebilecek en güzel söz, şiirle söylenen sözdü. Muhalefetin en güzeli, şiirle yapılandı. Şiir iktidardı. Kendi başına buyrukluğu ile aynı zamanda anarşistti şiir, hiçbir kalıba sığmayan...

Silahlar kuşanmıştı Köroğlu’nun namlusunda, baş kaldırmıştı Bolu Bey’ine. Ömer Hayyam’ın rubailerinde karşımıza çıkmıştı savaş karşıtı eylemci sıfatıyla. Nâzım ile sürülmüştü oradan oraya, hapislere atılmıştı. Ahmed Arif ile Türk siyasi tarihinin işkence rekorlarını kırmıştı şiir. Saray soytarılarının yazdıklarını şiirden saymıyoruz elbet. Günümüzde de popüler kültür adı altında zamanın arabesk müziğinin yaptığını bugün edebiyat maskesi altında gençleri a-sosyalleştirmeyi hedef alan kapitalizm çeşitli yazarlar eliyle bunu yapmakta. Biz buna karşı olduğumuz için yazıyoruz. Üzerimize örtülen ölü toprağını silkelemek namına veriyoruz savaşımızı. Savaştan kastımız da barıştır. Bizim savaşımız silahla topla tüfekle değil, kalem ile söz ile selam iledir.
Selam olsun dostlara, şiirle yatıp, şiirle kalkanlara. 
Şiiri sevdiren kalemlere selam olsun... ''