“Bir gün daha su gibi akıp geçti zaman

Eski eşyalar gibi naftalinleyip

Dolaplara kaldırdık eski zamanları gülüm.

İstesek, ellerimizi azıcık uzatıp

Tutabilirdik kaybedilmiş eski zamanları 

Budur benim asıl üzüldüğüm.”

Biz insanlar böyleyiz işte sevgili dostlarım. Çok zaman içinde yaşarken o anların kıymetini yeterince bilmez, hiçbir ücret ödemeksizin bize verilen birer eşantiyon sanarak hovardaca harcar, elimizden gittiğindeyse bakıp kalırız. Pişmanlıklarımız fayda vermez o saatten sonra.  “Keşke”ler aslında hiç söylenmemesi gereken birer boş sözdür.  “Şimdiki aklım olsa…”lar, söylenmesi geç kalmış içi boş birer deyimden öteye gitmez. “Tüh !”,   “Vah vah !” hayıflanmaları ancak canımızı acıtır. Artık giden gitmiştir ve dövünmenin faydası olamayacağını bal gibi bilmekteyizdir. 

Peki, geçen zamanı tutabilir, geçmesini önleyebilir miyiz? Ya da en azından yavaşlatır, zamana kendimizce şekil ve biçim verebilir miyiz? Zamana dizgin vurabilir miyiz insan olarak? Zaman, “Deh” deyince yürüyüp, çüş “deyince durur mu sizce, ne dersiniz?” 

İnsan akıp geçen suda bir defadan fazla yıkanabilir mi? Az önce alıp bırakılan nefesin yeniden göğse çekilmesi olasılığı hangi orandadır acaba? Güzelliklerin ya da pişmanlıkların yeniden yaşanmasını ister miyiz? 

Rakip takımın acar santraforunun kalemize soktuğu topun az önceki zamana gönderilmesi mümkün olsa ve bize yediğimiz golden bu şekilde kurtulma olanağı verilse, etik olmayan bu yöntem içimize siner mi dersiniz? Zamanı – bir şekilde - geri alabilme olanağımız olsa, üzdüğümüz veya hakkını yediğimiz insanlardan özür dilemek için çabamız olur mu dersiniz?

Zevk mi, ya da acıyla karışık keyif mi verir insana öpülen dudaklardaki yakıcı tuz? Kokladığı tenin kokusu başını döndürünce insanın, dönen başına inat nasıl da diklenir hayata insan, gücü sonsuzmuşçasına… Sonra gücü tükenir insanın ve kendini diklendiği hayatın ellerine bırakır.   

Ve sabah… Hükmünü bir mızrak boyu yükselen güneş süresince sürdüren sabah… Hükmünün bir süre sonra hükümsüz kalacağını bilerek nasıl da türlü müjdelerle gelir her gün… Sabah sürdürse de hükmünü, ya da gücü yetmez olsa da sürdürmeye, günü geldiğinde yapraklar dökülür. Yaprak dalından koptuğunda, bir süre sonra toprağın saran kollarına düşeceğini ve toprakla bütünleşeceğini tabii ki bilmez. Kopup giden yaprağın ardından bakan yapraklar üzülüyorlar mı gidenlere, bilmiyorum inanın. Sanırım kimseler bilmiyor.

En güzel çiçekler sabahın çiyinde açar. Güneş sevimlidir ve yakmaz. Her şey tazedir gün doğumunda. Arı bile çiçeğine yavaşça sokulur koklamak için. Kelebek, bir günlük ömrünü yanında geçirmeye razıdır gönlünü çelen çiçeğin. Sabah rüzgarında hırçınlıktan eser bulamazsınız. Toprak bile sevgi sevgi kokar her koklayışta. Sevgilinin elleri yumuşacık, kolları güçlüdür.  Kollar sıkıca sararken sevgiliyi, zaman ha akmış ha akmamış kimin umurunda?

Dostlarım, yine bitti bu günkü yazım. Yine doldu sayfam. Tükettim zamanı geri gelmemecesine ama sevgiler, dostluklar, güzellikler biriktirdim içimde sizler için. Şimdi ve her daim hazırım sevgileri, dostlukları ve güzellikleri paylaşmak için. Yine görüşmeliyiz bence... Hoşça kalın.