30 Ocak 1923 tarihinde Türk-Yunan Mübadele Protokolü Sözleşmesi imzalandı. Mübadele günlerinde çok büyük acılar çekilmiştir. Bugün sahip olduğumuz bütün kültürel değerlerin arkasında binlerce insanımızın acısı vardır. 1 Mayıs 1923 gününden 1926 yılı sonuna kadar 456, 729 Türk, deniz yolu, trenler ve kağnılarla yollarda açlıkla, soğukla boğuşarak çocuklarını kaybederek, Yunanistan’dan Türkiye’ye; Türkiye’den 200.000 Rum Yunanistan’a bu mübadele içinde göç ederler. Her iki tarafta, baskı, işkence, zorbalık, insanlık dışı davranışlara muhatap olmuşlardır. Bu insanların o günlerde yaşadıkları acıları ve travmaları anlatmak çok kolay değildir.

Mübadele dediğimiz zaman aklımıza;  kargaşa,  açlık, sefalet, yoksulluk, susuzluk, hastalık, bit, pire, korku içinde geçen günler, çoluk çocuğun gözyaşları, yetiştiğin evden, yöreden, bağdan bahçeden uzaklaşmak, sevgiliden kopuş, bilinmez bir geleceğin endişeleri, akrabalardan ve komşulardan ayrı düşmek ve daha birçok acı gelir. Aradan yıllar geçse de göç edenlerin doğduğu topraklara olan özlemi bitmedi. Bu türkü işte o göçenlerin türküsüdür. Ege’nin iki kıyısında yaşayan yüreği yaralı binlerce insanların türküsüdür…

Selanik içinde yaşayan Sabri ve arkadaşı çorbacı Dimitri çok iyi arkadaştırlar. Dimitri’nin babasının çorbacı dükkânı, Sabri’nin babasının kahvesi vardır. Çocuklar babalarının yanlarında çalışırlar. Fırsat buldukça sevgilileriyle buluşmaya giderler. Dimitri bir Türk kızın olan Şefika’yı, Sabri’de bir Rum kızın olan Angeliki’yi severler. Çok iyi bir dost olan, bu iki arkadaş, birlikte gezerler, birlikte gençliklerini yaşarlar. Aileleri bu sevgiye karşı gelse de gençler sevdalarından vazgeçmezler. Sabri dayanamaz, bir gün Dimitri’ye:

“Dimitri, ben Angeliki’yi kaçıracağım.”

“Nasıl olur Sabri? Başarabilir miyiz?”

“Ben her şeyi göze aldım. Sonu mahpushane olsa da, idamlık olsa da ben bu işe gireceğim. Sen, bana yardım eder misin?”

“Ne demek, filos(Arkadaş)seninle ölümüne giderim,”der Dimitri.

Plan yaparlar. Selanik tren garına kadar Dimitri onları götürecektir. Oradan Sabri trene binerek Anadolu’ya sevdiğiyle sevdalinka söyleyerek kaçacaktır.

Angeliki ile anlaşır, bu gece kaçıracaktır. Dimitri ile sevdiğinin evine giderler. Angeliki kaldığı odanın camına mendilini bağlamıştır. Sabri cama yaklaşır. Çama tıklatmaz babası duymasın diye, parmağını ıslatarak cama sürter. Angeliki açar camı ve elindeki eşya ile camdan çıktığı anda, silahlar patlar. Babası ve adamları etraflarını sararlar. Sabri kolundan yaralanmıştır. Dimitri, Sabri’yi oradan alarak, uzaklaşır.  Selanik Balkanlarına kaçarlar. Sabri sevdiceğini kaçıramamıştır. Uzun süre dağlarda gezerler.

Sabri ve Dimitri güneye indikleri bir gün Halk idi bölgesinde, böcekbaşı zaptiyelerine yakalanırlar. Selanik zindanına atılırlar. Bir müddet mahpushanede kalırlar.  Koğuştan Sabri ağıt ile seslenir. “Bir fırtına tuttu bizi, deryaya kardı. O bizim buluşmalarımız a yârim mahşere kaldı.” Kaçırılma olayından sonra Angeliki,  baş göz edilir başkasına verilir. Selanik’ten kaçırılır. Gelin olup giderken Angeliki, mahpushanede Sabri’yi duymuş gibi cevap verir.” Pencereden baka baka yârim ela gözler süzüldü.”

Mahpushaneden çıktıklarında, Sabri ve Dimitri hiçbir şeyi bıraktıkları gibi bulamazlar. Mübadele başlamış. Sabri’nin evleri yakılmış. İki halk arasında düşmanlıklar başlamıştır. Babaları Anadolu’ya göç etmiş. Şefika ve ailesi taşınmıştır.

Dimitri ile otururlar, “Biz ne iyi komşuyduk, bizi neden birbirimize düşman ettiler?” diye söylenirken dudaklarından bir ağıt yükselir.

Bir fırtına tuttu bizi, a yârim deryaya kardı.

O bizim kavuşmalarımız, a yârim mahşere kaldı.

Yeni cezve, yeni cezve kaynar, kaynamaz oldu.

O benim nazlı yârimin dilleri söyler, söylemez oldu.

Yeni cezve, yeni cezve kaynıyor ocakta.

Kasatura belimizde, a yârim martinimiz kucakta.

Mahpushanede yata yata her yanım çürüdü.

Pencereden baka baka a yârim ela gözler süzüldü.

Yollarına baka baka a yârim ela gözler süzüldü.

Mahpushanenin mahkûmları sıra sıra dizildi.

Bu bizim kaderimize a yârim kara yazı yazıldı.

Bu nasıl bir sevdadır? Nasıl bir umuttur? Bu türkü, nerede söylenirse söylensin, hele zurna peşreviyle söylendiğinde herkes susar, hülyaya dalar. Dinlediğinde İnsanın içini burkar. Boğazın düğümlenir yutkunamasın. Sevda tam yüreğinin ortasına oturur. Bir yarın söylerken, diğer yarın sevda içinde boğulur. Sadece sözlerinde değil, ezgisinde de, bir fırtına sizi öyle acı ve öyle estetik boğuyor ki,  gözyaşlarınızı içerek, kalbinizden çıkan dumanı soluyarak ancak kurtulabilirsiniz.

Aradan yıllar geçse de göç edenlerin doğduğu topraklara özlemi bitmez. Rahmetli dedem, Hep Meriç’in ötesine bakarak ah çekerdi. İşte bu türkü de bir hasretlik, kavuşamama, türküsüdür.  Ege’nin iki yakasında İnsanların yüreğinde hiçbir zaman bu özlem bitmedi. Türküler, ağıtlar; bir yöreden başka bir yöreye yolculuk yapar. İnsanlar göç ettikçe türküler,  öyküler, folklorik değerler de göç eder.

Türküyü, Ege’nin bir tarafında Sabri aga, diğer tarafında Dimitri filos deryaya bakarak birbirlerini duyacak şekilde, ah çekerek söylerler…  Selanik’te ,(bizim Hıdrellez yaptığımız gibi) dere boyuna toplanan kızlar ve erkekler karşılıklı bu türküyü söylermişler.

Bu türküyü Yücel Paşmakçı 6 Eylül 1978 yılında Tekirdağ Şarköy’de Fatma Çil’den derlemiştir. Fatma nine: 1893 yılında Selanik’te doğar. 1912 yılında, eşi Ali bey ile Anadolu’ya göç eder. Göç esnasında, o kargaşa içinde trenlerde birbirini kaybederler. Fatma nine Şarköy’ün Kalaycı köyüne yerleşir. Sevdiceği Ali beyi çok bekler ama bir türlü buluşamazlar, sevdalarını yüreklerine gömerler.  Fatma nine köyde tekrar evlenir ve Şarköy’e yerleşir. Bu türküyü çok söylermiş. “O bizim kavuşmalarımız a yârim mahşere kaldı” dediğinde gözyaşlarını tutamazmış. Kim bilir belki de ninemizin başından geçti. Ama hikâyesi ne olursa olsun, diline sağlık a be ninem, ne güzel bir türkü kazandırdın bize…

NOT: Hikâyede geçen kişi isimleri kurgulanmıştır.

ARAŞTIRAN ve İNCELEYEN

 Ferhat GÜNDOĞDU

Yenimuhacir Beldesi -KEŞAN